top of page

Insan Hakları Üzerine Yedi Tez: (5) Depolitizasyon

Costas Douzinas

Çev.: Cevher Elgin


Tez 5: Gelişmiş kapitalist toplumlarda insan hakları politikayı depolitize eder.


Haklar, insanların hükmedenler, hükmedilenler ve dışlananlar olarak ayrıldığı zeminde temellenir. Hangi kişilere belirli bir yerde veya zamanda hangi hakların verildiğini veya hangi haklardan mahrum bırakıldığını gözlemlersek, gücün çalışma şekli ortaya çıkar. Bu anlamda insan hakları, dönemin egemen yapısını hem gizler hem de onaylar ve onun mücadelesine yardımcı olur. Marx, hakların paradoksal doğasını ilk fark eden kişiydi. Doğal haklar, bir yanıyla evrensel özgürleşmenin sembolü olarak belirirken aynı zamanda, gelişmekte olan baskın ekonomik ve sosyal ilişkilerin benimsenip güvenceye alınması bakımından yükselen kapitalist sınıfın güçlü bir silahı haline gelmektedir. Din, mülkiyet, sözleşmeye dayalı ilişkiler ve aile gibi kapitalizmin merkezi kurumlarını siyasi mücadeleden çıkarıp mümkün olan en iyi korumayı sağlamak için kullanıldılar. Haklar dilinin içine gizlediklerinde ideolojiler, şahsi menfaatler, bencilce ilgiler doğal, normal ve kamunun yararına görülürler. Marx’ın özgün biçimde ifade ettiği gibi, “özgürlük, eşitlik, mülkiyet ve Bentham”.[1]


Erken dönem insan hakları, grupların ve bireylerin devlet iktidarına karşı kazandığı tarihsel zaferlerdi fakat aynı zamanda yeni bir tahakküm türünü ortaya koyuyordu. Giorgio Agamben'in ileri sürdüğü gibi, “aynı zamanda, daima bireylerin hayatını üstü örtülü ama gittikçe daha kuvvetli biçimde devlet düzeninin nesnelerinde bir yapıyor, dolayısıyla tam da insanların kaçıp kurtulmak istedikleri egemen iktidar için yeni ve daha korkunç bir zemin yaratıyordu.”[2] Geç kapitalizmde çoğalan biyopolitik düzenlemelerle birlikte sonu gelmez çoğalan haklar paradoksal olarak gücün bedenler üzerindeki ablukasını perçinler.


Klasik doğal haklar mülkiyeti ve dini “apolitik” hâle getirerek koruyorsa, bugün hakların temel etkisi siyasetin kendisini depolitize etmektir. Siyaset (la politique) ile siyasal (le politique) arasında son dönem siyaset felsefesinde temel bir ayrım yapıldı. Chantal Mouffe’a göre siyaset, Westminster ve Capitol Hill çevresinde gerçekleşen rutin siyasi yaşamın, münazara, lobi faaliyetleri ve at ticareti faaliyetlerinin alanıdır.[3] Öte yandan “siyasal”, sosyal bağın kurulma biçimini ifade eder ve toplumdaki derin yarıklarla ilgilidir. Siyasal, sosyal çatışmanın indirgenemezliğinin ifadesi ve eklemlenmesidir. Siyaset, siyasetin sağladığı çatışma bağlamında toplumsal bir arada yaşamı normalleştirerek, düzenin yaratıldığı uygulamaları ve kurumları düzenler.


Bu derin antagonizma, her grubun kendi rolüne, işlevine ve yerine sahip olduğu yapılandırılmış sosyal beden ile Jacques Rancière'in “parçasız kısım” dediği şey arasındaki gerilimin sonucudur. Toplumsal düzenden radikal bir şekilde dışlanmış gruplar; görünmezdir, var olanın yerleşik algısının dışındadır ve kabul edilebilirdir. Siyaset, yalnızca dışlanmış bir kısma dâhil edilmeyi talep ettiğinde ve bunu başarmak için dâhil etme kurallarını değiştirmesi gerektiğinde patlak verir. Başarılı olduğundaysa hiyerarşik ve görünür grup gruplarının ötesinde yeni bir siyasal özne oluşturur ve önceden var olan sağduyuya bir bölünme konur.[4]


Siyaset ile siyasal arasındaki bu bölünmede insan haklarının rolü nedir? Hak talepleri yerleşik düzenlemelere meydan okumaktan çok onları güçlendirir. Hak talebinde bulunan, kurulu güç ve dağıtım emirlerini kabul eder ve siyasal iddiayı yasaya kabul talebine dönüştürür. Hukukun rolü, sosyal ve siyasal gerilimleri, kurallarla düzenlenen bir dizi çözülebilir soruna dönüştürmek ve bunları kural uzmanlarına teslim etmektir. Hak talebinde bulunan, hukukun genel düzenini değiştirmeyi görev bilen ilk bildirgelerin devrimcilerinin tam tersidir. Bu ölçüde aksiyonları, baskıya ve tahakküme direnme ve ona karşı çıkma olan orijinal haklar taahhüdünü terk eder. Bir dışlanma konumundan evrensel olanı temsil eden "aşırı" öznelerin yerini, tanınmak isteyen ve sınırlı yeniden dağıtım arayan sosyal ve kimlik grupları almıştır.


Yeni dünya düzeninde dışlananların hak talepleri siyasal, hukuki ve askeri araçlarla engelleniyor. Ekonomik göçmenler, mülteciler, terörle mücadelenin tutsakları, belgesizler (sans papiers), Afrika kamplarının sakinleri, bu “tek kullanımlık insanlar” insan haklarının vazgeçilmez önkoşullarıdır fakat aynı zamanda onlar, kendi imkânsızlıklarının yaşayan ya da ölmekte olan kanıtıdırlar. Başarılı insan hakları mücadeleleri, sosyal hiyerarşilerin marjinal olarak yeniden düzenlenmesi ve sosyal ürünün tehdit edici olmayan yeniden dağıtımlarıyla şüphesiz insanların yaşamlarını iyileştirmiştir. Ancak bunların etkisi, çatışmayı depolitize etmek ve radikal değişim olasılığını ortadan kaldırmaktır.


İnsan hakları taleplerinin ve mücadelelerinin, sosyal ve siyasal hayata nüfuz eden dışlanma, tahakküm ve sömürü ve kaçınılmaz çekişmeyi su yüzüne çıkardığı sonucuna varabiliriz. Ancak, aynı zamanda, mücadele ve direnişi, başarılı olursa küçük bireysel iyileştirmelere ve sosyal yapının marjinal bir şekilde yeniden düzenlenmesine yol açan yasal ve bireysel çareler bağlamında çerçeveleyerek, çekişme ve tahakkümün derin köklerini gizlerler.


İnsan hakları bir direniş siyasetini yeniden canlandırabilir mi? Erken dönem doğal haklar, (dini) aşkınlık ve siyasal radikalizm arasındaki içsel bağ bu olasılığı açtı. Dünyanın biyopolitik iktidar operasyonlarına tam olarak dahil olmayan bölgelerinde hala aktiftir. Hepsi bundan ibaret. Çağın metafiziği; özün ve anlamın yapısökümü, ideal ile gerçek arasındaki ayrımın kapanması, evrenselin egemen özelliğe tabi kılınmasıdır. Ekonomik küreselleşme ve göstergebilimsel tek dillilik bu görevi pratikte yerine getiriyor; entelektüel savunucuları bunu teoride yapıyor. Eleştirmenin siyasal ve ahlaki görevi, yarıkları açık tutmak ve içkinlikte aşkınlığı keşfetmek ve onun uğruna savaşmaktır.


Orijinal metin "Seven Theses on Human Rights: (5) Depoliticization" başlığıyla 31 Mayıs 2013 tarihinde Critical Legal Thinking sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.


[1] Karl Marx, Capital, Volume One (Harmondsworth: Penguin, 1976), 280.

[2] Giorgio Agamben, Homo Sacer: Sovereign Power and Bare Life (Stanford University Press, 1998), 121.

[3] Chantal Mouffe, On the Political (London: Routledge, 2005), 8–9.

[4] Jacques Rancière, Disagreement. Çev. Julie Rose (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1998); “Who is the Subject of the Rights of Man?” içinde “And Justice for All?” Ian Balfour ve Eduardo Cadava, ed., South Atlantic Quarterly, 103, no. 2–3 (2004), 297.


bottom of page