top of page

Göç Uygulamalarının Ekonomi Politiği: Bölüm 2

Sameer Ashar & Amna Akbar

Çev.: Dilahan Bice Kurtoğlu


İlk yazımızda, göç uygulamalarını ekonomi politik merceğinden bakarak inceleyeceğimizi ortaya koymuştuk. Ekonomi politik olmadan, kendimizi göçmenlik yaptırımlarının sorunları ve gerçekliklerini anlama noktasında, tarihten kopuk ve noksan bir anlayışla baş başa bulmaktayız. Bu sorun ve gerçeklerde hem devletin hem de piyasanın dahili söz konusu, ve burada kastedilen yalnızca Donald Trump ve Barack Obama değil, bu bizim sömürgeci geçmişimizle de alakalı. Serinin bu ikinci yazısında, ekonomi politik ve ırksal kapitalizm bakış açısının üç temel anlayışı üzerine bir inceleme yapmaktayız: neoliberal ve tasarrufçu devlette “nöbetçi emeğin” yükselişi, işçiler ve patronları arasındaki orantısız pazarlık gücü ve emek madenciliğinin süregelen sömürgeci dinamikleri.


İlk olarak, göçmenlik yaptırımları, Birleşik Devletlerde nöbetçi emeğin büyümesinin önemli bir parçasıdır: modern Birleşik Devletler ekonomisinin, kamusal ve özel kurumsal gereklilikleri sağlama alacak olan sektörü. Bu sektör, polis ve özel güvenlikten gözaltı merkezleri ve hapishanelere ve hapishanelerden şartlı tahliye, denetimli serbestlik ve gözetim altında tutma gibi uygulamalara kadar her şeyi içermektedir. Göçmen gözaltı merkezlerinin, bilhassa başka iş ve gelir kapısının bulunmadığı bölgelerde, nasıl da birer ekonomik kalkınma projesi gibi pazarlandığını düşünün. Özellikle hapishane hizmeti veren özel şirketler, yeni tesisler için zemin oluşturmak adına Birleşik Devletlerin bazı bölgelerindeki az gelişmişlik ve sanayisizleştirme durumlarını kullandılar. Bu şirketler, ayrıca gözaltı merkezlerini Amerikan ordusunun Afganistan ve Irak’taki uzun yıllar süren varlığı sonrası yurda dönen ve işe ihtiyaç duyan gazilere iş imkânı olarak da pazarladılar. Belediye ve ilçe düzeyindeki yönetimler, göçmen gözaltıları için bir bedel karşılığında hapishanelerde yer kapasitesi sağladı. Göçmen gözaltı hizmetleri, Bush ve Obama yönetimleri sırasındaki geniş kemer sıkma uygulamaları sırasında, bütçe sıkıntısı çeken bölgelere dolar akışı sağladı.


Ülkenin birçok kesiminde, yirmi birinci yüzyılda hükümetin içinin boşaltılmasını tehir eden tek şey; polis, hapishaneler ve gözaltı merkezleri için sağlanan bütçelerdir. Bu dinamik, dolayısıyla, göçmenlik yaptırımlarının büyümesine yönelik çalışmak üzere yeni çıkarları hareketlendirmiştir. Örneğin, CoreCivic (eski adıyla the Corrections Corporation of America) ve Geo Group (eski adıyla Wackenhut Corporation), Kongre’de ICE (U.S. Immigration and Customs Enforcement, Birleşik Devletler Göçmenlik ve Gümrük İdaresi)’nin günlük doldurması gereken gözaltı sayısının arttırılması için lobicilik faaliyetleri yürütmüşlerdir. Kamusal alanda ise, ilçe düzeyindeki tutukluluk ve hapis tesislerini yöneten yerel şerifler, Trump’ın göçmen kısıtlamalarının en büyük destekçilerinin bir kısmını oluşturmaktadır. Dahası, ceza adaleti reformu ve hapishanelerdeki aşırı yoğunluk bazı bölgelerde tutukluların serbest bırakılması ile sonuçlandığında, göçmen gözaltıları hem özel hapishane şirketleri hem de yerel yönetimler için hapishanelerde oluşmuş boşlukları doldurmuştur.


Gözaltı merkezlerindeki mikro-ekonomilerin gelişimi; telekomünikasyon şirketleri, senet şirketleri ve asgari ücretin altında bedeller ile tutuklu işçiler çalıştıran işverenler gibi ek birtakım özel çıkarları da harekete geçirmektedir. Göçmenlik yaptırımları bağlamında; Bakersfield ve Youngstown gibi içi boşaltılmış ekonomilerden kaynaklanan nöbetçi emek sektörünün genişletilmesine odaklanan güçlü bir çıkar yakınsaması bulunmaktadır. Bazı yerel ekonomik çıkarlar, büyük şirketlerin artmaya başlayan kar marjları için başka birçok şeyin daha ortaya çıkmasıyla sonuçlanmaktadır.


İkincisi; agresif göçmenlik yaptırımları, bir yandan düşük ücretle çalışılan sektörlerde işgücü devrini kışkırtırken, göçmen işçilerin işverenleri ile pazarlık etme gücünü de zayıflatmaktadır. Durumu yorumlayanlar, ücret durgunluğunu sendikasızlaşmanın, otomasyonun, işgücü standartlarına dair devlet uygulamasının bozulmasının, işyerlerinin parçalara ayrılmasının ve özellikle “bölücü” platform şirketler tarafından yürütülen işçilerin yanlış sınıflandırılmasına dair toplu kampanyaların bir neticesi olarak görmektedir. Ancak, göçmenlik yaptırımları ve bu yaptırımların ceza adaleti sistemi ile iç içe geçmiş olmasının da oynadığı bir rol bulunmaktadır. “Suç-göç” sistemi [the “crimmigration” system], işçileri hapis süresi boyunca işgücü piyasasının dışına çıkarır ve işçinin işyerindeki söz hakkını ve özerkliğini kullanması hususunda her zaman mevcut bir caydırıcı olarak bulunur. Shannon Gleeson’ın çalışmasında da tasvir edildiği gibi, işverenler işe alımda, kısmen yasal belirsizlikten kaynaklanan güvencesizlik bakımından eleme yapar ve itiraz edip örgütlenen işçileri işten çıkarmasını sağlayan imkanlara sahiptir. Böylece, işçilerin şikâyet ya da taleplerinin olmaması da kaynakları yetersiz olup emek adına mücadele den otoriteleri, bu düşük ücretle çalışan işyerlerinin dışında tutar. Bu da eziyetli çalışma saatleri, güvensiz çalışma koşulları, birden fazla işte çalışma ve geçimini sağlayabilmek için sürekli bir ekonomik baskı hissetme ile bezdirilmek suretiyle, göçmenlerin ve düşük ücretle çalıştırılan işçilerin yoksullaştırılması ile sonuçlanmaktadır.


Üçüncüsü, göç uygulamaları Kuzey yarımküredeki kalıcı sömürgeci mantığı beslemektedir. Akademi bazen göç dinamiklerini, izole şekilde meydana gelen ve göçü veren ve alan ülkelerdeki bağımsız koşullardan kaynaklanan itme çekme faktörlerine indirgemektedir. Göç dinamiklerine ilişkin eleştirel bir ekonomi politik anlayışı ise bundan farklı bir şey ortaya koyar. Kuzey yarımküre ülkeleri, daha fakir ülkelerden doğal kaynak çıkartmaya devam etmekte ve savaşlar, ticaret politikaları ve Güney yarımküredeki otoriter rejimlere verilen destek ile göç koşullarını beslemektedir. Ancak, Birleşik Devletler aynı zamanda, sanayisizleştirmenin ardından hizmet sektöründe ortaya çıkan genişlemeyi beslemek için emek madenciliği de yapmaktadır. Konaklama ve yemek işleri, tarım, ev işleri ve evde bakım hizmetleri ve lojistik gibi bilhassa coğrafi olarak o bölge insanlarının üzerine yapışmış hizmet işleri,  göçmen işgücü ile işlemektedir.


Göç yalnızca, kamu kaynaklarını devlet okullarına, sağlık hizmetlerine ve işçi göçmen ailelerin siyasi katılımlarının sağlanmasına yatırılması suretiyle bu emek madenciliğinin insan yetiştirme ve gelişimine yol açması durumunda, sömürgeci niteliğinden uzaklaşabilir. Fakat ne zaman ki bu emekçiler [extracted laborers] devlet tarafından hedef alınır, temel kamu kaynaklarından mahrum bırakılır ve kriminalize edilmek, gözaltı ve sürgün ile tehdit edilirler, o zaman göç sömürgeleştirilmiş olur. Hem göç veren hem de alan ülkelerde, işgücü standartları üzerinde aşağı yönde planlanmış ve yoğunlaştırılmış bir baskı ve beraberinde küresel şirketler için rekor düzeyde kârlar söz konusudur. İşgücü, doğrudan devlet şiddeti ve devletin izin verdiği ve teşvik ettiği dolaylı özel şiddet tehdidi altında, katılaştırılmış sınırların her iki tarafındaki melez ve siyahi insanlar üzerinden çıkartılmaktadır. Zorla yerinden edilme ve zorunlu göç, duvarlar ve bekçilerle kuşatılma ve söz hakkı ve otonomiden mahrum bırakılma, hem göç alan hem de veren ülkelerde, sınırların ötesinde hüküm süren dinamiklerdir.


W. E. B. Du Bois, “Siyahi Emekçi”yi büyüyen bir ticaret ve endüstri piramidinin dibinde ezilmiş bir pozisyona yerleştirmektedir. Cedric Robinson’dan aktararak Walter Johnson, özensiz bir şekilde gerçekleştirilmiş kölelik ve kapitalizm ayrımının tarih yazımında önemli bir dönüm noktası olduğunu ileri sürmektedir. Biz kendi ülkelerindeki işçiler ile Birleşik Devletlerdeki göçmen işçiler arasında varsayılan farklılığın abartıldığını iddia etmekteyiz. Göç uygulamaları, yirminci yüzyıla ait modern bir olgudur. Bu uygulamaların süregelen gücü, Kuzey yarımküredeki şiddetin beyaz kapitalizminin tahakkümünü – her nerede olurlarsa olsunlar – melez ve siyahi bedenler üzerinde nasıl genişlettiğini ve Güney yarımküredeki yeni sömürgeci mantığın her yerde nasıl kopyalanabileceği ve yeniden canlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Özgürce hareket etme hakkına sahip olan ve hareketi kısıtlanan insanın göçü, sömürgecilik ve köleleştirme tarihi tarafından tanımlanmaya devam etmektedir. O halde, Birleşik Devletler’de Göçmenlik ve Gümrük İdaresi’ni (ICE) ortadan kaldırmaya yönelik mücadele, sömürgeleştirme ve ırksal kapitalizme karşı verilen mücadelenin de bir parçasıdır ve bizleri farklı bir geleceğe doğru sürüklemektedir.


Orijinal metin “The Political Economy Of Immigration Enforcement: Part II” başlığıyla 7 Haziran 2018 tarihinde Law and Political Economy Project sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.

İLETİŞİM

bottom of page