top of page

Devrimci Hukukbilim

Tormod Otter Johansen

Çev.: Yusuf Enes Karataş


Bu metin, daha büyük bir projenin ilk adımlarını oluşturan ön düşüncelerden oluşacaktır. Dört adımda ilerleyeceğim:


1. Devrimci hukukbilim temasının merkezinde yer alan üç soruyu tartışarak başlıyorum.

2. Daha sonra hukuk sorunuyla ilgili olarak geleneksel olarak benimsenen üç sosyalist veya devrimci stratejinin taslağını çiziyorum ve bu stratejileri birleştiren örtük hukuk anlayışlarını ortaya koyuyorum.

3. Üçüncü olarak Giorgio Agamben’in çalışmasından yola çıkarak yeniden inşa edilebilecek dördüncü bir stratejinin taslağının çizmeye çalışıyorum.

4. Son olarak da bu dördüncü stratejiden çıkan bir devrimci hukuki eylem örneği sunuyorum.


Bu proje neredeyse başlığı ortaya koymakla birlikte başladı. Başlangıçta, “devrimci hukukbilim” ifadesini, ayak seslerini duyduğumuz bir komünist devrime ilişkin hukuk sorunu olarak tanımlamıştım. Çok geçmeden oldukça belirsiz bu tanımlamayı üç spesifik soruya ayırdım:


1. Ayak sesleri duyulan bir komünist devrimde hukuki düşünce veya düzen nasıl bir rol oynayabilir?

2. Hukuki düşünce veya düzen devrim anında nasıl bir rol oynayabilir?

3. Ve son olarak, komünizm altında hukuki düşünce veya düzen nasıl bir rol oynayabilir?


Kapitalizmi ve onun farklı hukuki biçimlerini eleştirmek için tarihsel materyalizmin araçları kullanılarak çok önemli çalışmalar ortaya konmuştur. Hukukun komünizm altında ne işe yarayabileceğine dair daha “ütopik” bir soru, büyük ölçüde göz ardı edildi ya da en azından doğrudan ele alınmadı. Benim görüşüme göre, Marksist gelenekteki en ilginç çalışma, Rus Devrimi’nin ilk dönemlerinden kalmadır. Evgeny Pashukanis, öncelikle Lenin’in çalışmasını temel alarak özel bir hukuk teorisi geliştirmiştir.[1] Bu, elbette Pashukanis’in teorisinin, devrimci sosyalizm veya komünizm perspektifinden hukuku ele almanın tek yolunu sunduğu anlamına gelmez. Özetle, geniş sosyalizm ve komünizm geleneğinde bu türden üç tipik strateji tespit edebiliriz.


İlk strateji en tanıdık olanıdır: Daha eşitlikçi bir geleceğe doğru ilerlemek amacıyla toplumu içeriden reforme etmek için mevcut hukuki çerçeveleri kullanmak. Bu sol-liberal sosyalizmin farklı kolları tarafından benimsenen yoldur. Bu, ancak sosyal demokrasinin ilk biçimlerinde olduğu gibi, devrimci mücadelenin habercisi olarak görüldüğünde, tam anlamıyla devrimci bir hukukbilim biçimi olarak karakterize edilebilir.


İkinci strateji iki ana biçim alır: Leninizm ve sosyal demokrasinin erken biçimleri. Leninizm, nihai amacı tam teşekküllü komünizmi gerçekleştirmek olan geniş çaplı eylem yoluyla ilerleyen devrimci mücadeleye odaklanmıştır. Sosyal demokrasinin geleneksel biçimleriyse seçimle gelen desteğe ve parlamenter temsile öncelik vermiştir.


Üçüncü strateji bir anlamda ilk iki stratejinin antitezidir: Devletin yıkılması için anarşist çağrı. Burjuva devletinin yıkılması Leninizm’in merkezi bir ilkesi olsa da sosyalizmin geçiş aşaması için proletarya diktatörlüğü tarafından yönetilen yeni bir devletin varlığını, çoğunlukla kabul edildiği gibi, kabul etmiştir.


Bu üç stratejiyi birleştiren şey, hepsinin tek bir hedefe ulaşmanın bir yolu olarak kullanılmış veya en azından ortaya atılmış olmasıdır. Bu hedef, komünizm, başka bir deyişle sınıf egemenliği ve kapitalist toplumsal ilişkilerden arındırılmış bir dünyadır.


İlk strateji özünde hukuk açısından muhafazakâr bir stratejidir. Hukuk düzeninin mevcut çerçevesi içinde toplumsal değişimin mümkün olduğunu, sürekli olarak geliştirildiğini ve zaman içinde daha eşitlikçi hale getirildiğini savunur. Leninizm’de hukukun rolü daha komplekstir. Bir yandan, devrimin nihai amacının sınıflı toplumun ve onunla birlikte ve tüm burjuva hukuk düzeninin yıkılması olduğu Lenin için açıktı. Bununla birlikte, ilk aşamada hukuk varlığını sürdürecek ve doğası gereği burjuva nitelikli olacaktı. Devlet ve Devrim’de Lenin aşağıdaki ifadeleri kaleme almıştır:


“İlk safhasında, veya aşamasında, komünizm henüz ekonomik olarak tamamen olgunlaşmış ve kapitalizmin geleneklerinden veya kalıntılarından tamamen arınmış olamaz. Bu nedenle, komünizmin ilk evresinde ‘burjuva hukukunun dar ufkunu’ sürdürmesi ilgi çekici bir fenomendir. Elbette, tüketim mallarının dağıtımına ilişkin burjuva hukuku, kaçınılmaz olarak burjuva devletinin varlığını gerektirir çünkü hukuk, hukuk kurallarına uyulmasını zorunlu kılabilecek bir aygıt olmaksızın bir hiçtir. Bundan, komünizm altında bir süre için yalnızca burjuva hukukunun değil, burjuvasız bir burjuva devletinin varlığını sürdürdüğü sonucu da çıkar!”[2]


Toplumsal ve ekonomik ilişkilerin dönüşümü sırasında, burjuva devletinin diğer tüm yönleri gibi hukuk da solup gidecekti. Devrimci geçiş dönemi sırasında ve komünizmin ilk aşamasında, yasalar proleter devletin elinde birer araç olarak kullanılacaktı. Ancak Pashukanis’in Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm’de açıkça belirttiği gibi, burjuva hukukunun ölümü aynı zamanda genel olarak hukukun da ölümü anlamına gelmelidir:


“Burjuva hukuku kategorilerinin (ama buyruklarının değil) sönümlenmesi, onların yerine proleter hukukunun yeni kategorilerinin geçmesi anlamına gelmez… Burjuva hukuk kategorilerinin bu koşullar altında sönümlenmesi, genel olarak hukukun sönümlenmesini, başka bir deyişle insan ilişkilerindeki hukuki unsurun kademeli olarak ortadan kalkmasını işaret edecektir.”[3]


Esas olarak anarşist düşüncede geliştirilen ancak aynı zamanda bazı aşırı sol ve liberter komünist geleneklerde de tespit edilebilen üçüncü strateji, yukarıdaki iki stratejiye karşı verilen radikal bir cevaptır. Düzeni ileriye götürecek tek yol, eski dünyanın araçlarını kullanarak komünist bir dünyaya öncülük etmek değil eski dünyayı ve araçlarını tamamen ezmektir. Başka bir deyişle, hukuku ardımızda bırakmaktır.


Ama o zaman geride bırakılacak olan nedir? Terk edeceğimiz hukuk tam olarak nedir?


Örtük Hukuk Anlayışı


Bu soruya mütereddit bir yanıt vermek gerekirse bu stratejilerin her birinin ilişkili olduğu, spesifik bir hukuki yapı tipinin örtük bir hukuk açıklamasının olduğu söylenebilir. Hukukun bu şekilde açıklanması aynı zamanda nihai amaca, yani komünizm altında yaşamaya uygun düşer.


Basitçe söylemek gerekirse, sınıflı toplum ve kapitalist toplumsal ilişkilerin bizi hem kendi emeğimizin meyvelerine hem de birbirimize yabancılaştırması gibi, yargısal ve hukuki yapılar da bizi bunlara yabancılaştırır. Hukukun temel karakteristiği, yaşam veçhelerini kendisinden söken belirli bir mesafelenmede bulunabilir. Elbette bu mesafeyi sağlamanın tek yolu hukuk olmasa da (piyasa ekonomisi, özellikle para biçimi ve ücret sözleşmesi bu türden araçlardır), hukuk bu tür bir toplumsal yeniden üretimin genel biçimi haline gelmiştir.[4]


O zaman komünizmin nihai hedefi, bizi birbirimize yabancılaştıran veya mesafelendiren hiçbir hukuki biçim veya ilişkinin gerekli olmayacağı bir düzen anlamına gelir. Anlaşmazlıkları çözme süreci, zorlayıcı güç kullanan kurumlar gerektirmez.


Buna ilişkin basit ama canlı bir tartışma Lenin tarafından yürütülmüştür:


“Bizler ütopyacı değiliz ve bireylerin aşırıya kaçma ihtimalini ve kaçınılmazlığını ya da bu tür aşırılıkları durdurma gereğini inkâr etmiyoruz. Bununla birlikte her şeyden önce, bunun için özel bir makineye veya baskı aygıtına ihtiyaç yoktur: Bu, modern toplumda bile herhangi bir uygar insan kalabalığının, bir arbedeyi durdurmak veya bir kadının saldırıya uğramasını önlemek için müdahale etmesi kadar basit ve istekli bir şekilde, silahlı halk tarafından yerine getirilecektir.”[5]


Yasaların veya diğer hukuki biçimlerin kullanılması sorunu, burada ahlaklı kişilerin ahlaki yanlışları önleme kapasitesine indirgenir. O halde hukuki olanın özü, mesafe koyma, (toplumsal olarak meşru) gücü elinde bulunduran üçüncü bir tarafın çatışmaya aracılık etmesi olarak anlaşılabilir. “Komünizm”, insanları kendi eylemlerine ve birbirlerine mesafelendirerek işleyen yasaların olmadığı bir dünyanın adıdır.


Şimdi, yakarıda ana hatları verilen üç stratejinin, devrimci hukukbilime ilişkin mümkün stratejilerin tamamını oluşturmadığını iddia edeceğim.


Dördüncü Strateji: Bozucu [Destitutent] İktidar ve İşlevsizlik


Giorgio Agamben, yirminci yüzyıl boyunca devrimci düşünce ve pratikte bir şeylerin eksik olduğunu savunur. Homo Sacer’de, politik düşüncenin temel ufku olarak devletin, kimin hangi yetkileri sahip olduğu problemine odaklandığını yazar. Ayrıca, bu yapılar “çözülme sürecine girdikçe” bunun giderek daha problematik bir hal aldığını savunur.[6]


“Devlete ilişkin anarşist ve Marksist eleştirilerin zayıflığı, tam da bu yapıyı fark edememiş olması ve bu nedenle, sanki simülarkların ve onu haklı çıkarmak için başvurulan ideolojilerin dışında bir özü yokmuş gibi, arcanum impreii’yi çabucak bir kenara bırakmış olmalarıydı. Ancak sonunda insan, yapısını anlamadığı bir düşmanla özdeşleşir ve Devlet teorisi (ve özellikle istisna hali, yani devletsiz topluma öncülük eden geçiş aşaması olarak proletarya diktatörlüğü) yüzyılımızın devrimlerinin çarptığı kayalıktır.”[7]


Agamben, bu düşünce hatlarını devleti yeterince incelememekle eleştirir. Bu eleştiriye sempati duymak kolaydır. Hem devleti devrimci amaçlar için kullanmaya çalışan pragmatik Leninistler hem de devletin yıkılmasının insanlığı özgürleştireceğine inanan anarşistler, düşmanın elindeki yapılar hususunda oldukça naiftiler. Agamben’in düşüncesinden[8] çıkabilecek çeşitli ilgi çekici soruları atlayarak, şimdi Agamben’in sunduğu alternatifin ve bunun nasıl dördüncü bir devrimci hukukbilim stratejisi olarak yorumlanabileceğinin (veya geliştirilebileceğinin) taslağını çizmeye çalışacağım.


Hem Leninist hem de anarşist devrimci değişim stratejileri, çağdaş dünyadan bir kopuşu damgalamak için bir tür işlevsellik sıçramasına dayanır. Agamben büyük eylemlere olan bu güvene karşı son derece şüphecidir. Bu tür eylemleri, operatif düşüncenin doruk noktası, Batı ontolojisinin, aşmamız gereken, yayılan katastrofisi olarak görür.


Agamben’e göre, ihtiyaç duyulan şey, “insanı, çalışmayan, yani spesifik bir meslekten yoksun, hiçbir kimliğin ve hiçbir çalışmanın tüketemeyeceği saf potansiyele (potenza) sahip bir varlık olarak düşünmektir”.[9] Agamben’in işlevsizlik sorununu düşünmeye çalıştığı pek çok yoldan biri de Şabat Günüdür. Şabat’ta gerçekleştirilen eylemlerin genellikle diğer günlerde gerçekleştirilen eylemlerle aynı olduğunu ancak bu eylemlerin “hafta içi süresince onu tanımlayan sebep ve amaçlardan, ‘ekonomi’sinden bağımsız hale getirildiğini, özgürleştirildiğini ve askıya alındığını” gözlemler.[10] Ve burada, başka yerlerde olduğu gibi, işlevsiz kullanıma ilişkin hediye alışverişi, gücün karnavalesk tersine çevrilişi, bedensel hareketlerin özgürleşmesi olarak dans, yüzleri nötralize etmenin araçları olarak maskeler ve dilin, yeni kullanım potansiyellerine doğru, yorumlanması olarak şiir gibi çeşitli örnekler sunar.[11]


Devrim ve ayaklanmaya ilişkin operatif stratejiler, “kurucu iktidar, yani, yeni hukuku kuran ve oluşturan bir şiddet” nosyonuna dayandırılırken, Agamben “bozucu iktidar”ı, yani “tanımı, gelmekte olan politikanın görevi olan tamamen başka stratejiler hayal etmeyi” tasavvur etmeye çalışır.[12] Agamben’in burada dile getirmeye çalıştığı şey, kurucu ve kurulmuş iktidar arasındaki aralıksız diyalektiğe son veren, aynı zamanda yeni hukuk biçimlerini yok eden ve yeniden yaratan bir iktidardır. Bozucu iktidar, “hukuku kesin kesin olarak ortadan kaldıracaktır”.[13]


Agamben’in bu yeni politikayı düşündüğü bir başka tema Aziz Pavlus’un hukuku yok etme değil, onu işlevsiz kılma, aynı zamanda onu korumak ve yürürlükten kaldırmak, hukuka dokunmadan Aufhebung’unu gerçekleştirme girişimidir. Pavlus’a göre Hristiyan olmak, kişinin kimliğini terk etmesi değil, bu kimliğin hiçbir önemi yokmuş gibi yaşamasıdır. Bir iş yokluğuna, eylemlerimizin kendilerini politikanın ve sanatın potansiyellerine açabileceği bir duruma ulaşmak için kişinin içinde bulunduğu koşullara yeni bir şekilde yaklaşmanın Pavlusçu veya Şabatik bir yolu vardır. Profanations’ta Agamben aşağıdaki formülasyonu kullanır:


“Eline geçen her şeyle oynayan çocuklar; ekonomi, savaş, hukuk ve ciddi birer mesele olarak görmeye alışık olduğumuz diğer faaliyetlere ait olan şeylerden oyuncaklar yaparlar. Birdenbire bir araba, bir ateşli silah ya da hukuki bir sözleşme oyuncak olur…  Nasıl ki oynanılan ancak artık gözlemlenmeyen religio’nun kullanıma kapıyı açarsa, ekonominin, hukukun ve politikanın oyunda devre dışı bırakılan güçleri [potenza] de yeni bir mutluluğa açılan kapılar olabilir.”[14]


Jessica Whyte’ın işaret ettiği gibi, hukukun bu esrarengiz “ikmal”i yeterince ilgi görmedi.[15] Bu, Agamben’in düşüncesinde en az onun egemen iktidara ilişkin benzersiz ve daha iyi bilinen analizi kadar önemli bir konudur.


Son Düşünce: Hukukçunun Rolü


Konuyu biraz daha somutlaştırmak için yazıyı böyle bir devrimci hukuki stratejiyi düşünmeye yönelik en mütevazı girişimlerle bitirmek istiyorum. Hukukçu olan bizler için narsist bir soru belki de yaklaşan bir devrimde ve hatta içinde yaşadığımız toplumun ötesinde bir toplumda hangi rolü oynamamız gerektiği olabilir.


Agamben genellikle hukuki belgeler yazmaya devam etmemeyi tercih eden ve aslında hiçbir şey yapmamayı tercih eden kâtip Bartleby figürüne başvurur. Hukuki aygıtın en alt eşiğini işgal eden kâtibin, bir figürün yoldaşı olarak, yargıcı bu aygıtın en yüksek temsilcisi olarak kabul edebiliriz. Batı toplumunu işgal eden işlevsellikten kaynaklanan kapsayıcı gereklilik harekete geçmekse, bu, yargıç ofisinde saygı duyulan bir ilkeye yükseltilir.


Bir yargıcın yapamayacağı tek şeyin, önündeki davaya karar vermekten kaçınmak olduğu şeklindeki geleneksel görüş, bir işlevsizlik eylemi için mükemmel bir alan açabilir. Ne bir yargıç olarak istifa etmek ne de bazı teknik nedenler ötürü davayı reddetmek, bunun yerine tüm adaletsiz “adalet” sürecini durdurmak, Pavlusçu bir diskurla söylememiz gerekirse, kişinin yargıç kimliğinden vazgeçmemesi ancak onu yeni bir şekilde kullanması, bir yargıcın üstlendiği en önemli devrimci eylem olabilir.


Orijinal metin "Revolutionary Jurisprudence" başlığıyla 10 Mart 2018 tarihinde Legal Form sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.


[1] Pashukanis’in teorisinin oldukça ilgi çekici bir kullanımı için bkz. China Miéville, Between Equal Rights: A Marxist Theory of International Law (Leiden: Brill, 2005).

[2] Vladimir Lenin, The State and Revolution [1918], https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/staterev/index.htm.

[3] Evgeny Pashukanis, The General Theory of Law and Marxism [1924], https://www.marxists.org/archive/pashukanis/1924/law/edintro.htm.

[4] Birçoğu, tüm sosyal ilişkilerin ve tüm toplumsal faaliyet biçimlerinin hukuki biçimler altında toplandığını savundu. Agamben’in kendisi bu argümanı geliştirmiştir; bkz., örn, Giorgio Agamben, The Kingdom and the Glory: For a Theological Genealogy of Economy and Government, çev. Lorenzo Chiesa (Matteo Mandarini ile birlikte) (Stanford: Stanford University Press, 2011 [2007]). Modern devletlerde politikanın ana biçimi yasamadır.

[5] Lenin, State and Revolution.

[6] Giorgio Agamben, Homo Sacer: Sovereign Power and Bare Life, çev. Daniel Heller-Roazen (Stanford: Stanford University Press, 1998 [1995]), 12.

[7] Ibid.

[8] Bkz. Daniel McLoughlin (ed.), Agamben and Radical Politics (Edinburgh: Edinburgh University Press, 2016).

[9] Giorgio Agamben, “What Is a Destituent Power?”, 32 (2014) Environment and Planning D: Society and Space 65, 69–70.

[10] Ibid.

[11] Ibid., 70.

[12] Ibid.

[13] Ibid., 71.

[14]  Giorgio Agamben, Profanations, trans. Jeff Fort (Cambridge: The MIT Press, 2007 [2005]), 76.

[15] Jessica Whyte, Catastrophe and Redemption: The Political Thought of Giorgio Agamben (Albany: State University of New York Press, 2013), 98. Bununla birlikte, Whyte’ın kitabında bu ikmalin neye yol açtığı analizinin yeterli olmad1ığını iddia ediyorum (Whyte temelde Walter Benjamin’in proleter grevine işaret eder; bkz. ibid., 121). Ancak bu, sorunun hukuk düşüncesinde doğru bir şekilde ele alınmasının hem öneminin hem de zorluğunun iyi bir göstergesi olabilir.

bottom of page