top of page

Althusser: Hukuk, Polis ve Özne

Nina Power

Çev.: Yusuf Enes Karataş


Hukuk, kim olduğumuzu ve davranışlarımızı nasıl şekillendirir? Birçokları için, hukuku sahneye koyanlarla – polis memurları, mahkeme görevlileri, hapishane memurları – etkileşime girerek hukukla karşılaşmak doğrudan, ani ve şiddetlidir. #BlackLivesMatter ve daha önceki kampanyalara katılanlar, hukukun uygulanışındaki asimetrik biçime– ve hukukun, insanları yargılayıp cezalandırırken aynı koşullar kendi içinde meydana geldiğinde kendisini aynı şekilde ele alışına pek nadir rastlandığına – işaret etme hususunda vazgeçilmez olmuşlardır. Bu nedenle, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Tamir Rice örneğinde olduğu gibi, silahsız siyah çocukların yargısız infazları durumunda bile, hukuk kendi kurallarını kendi üzerinde uygulamaz ve kendisine başka hiç kimseye tanınmayacak muafiyetler tanır. Althusser’in açıkladığı gibi:

Hukukun formalizmi, ancak hukukun kendisinde zorunlu olarak bulunmayan tanımlanmış içeriklere uygulandığı ölçüde anlamlıdır. Bu içerikler üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin etkileridir.[1]


Hukuk, hukuki davranmaz. Marksist hukuk teorileri her zaman, egemen sınıfı ve özel mülkiyeti – yani mevcut “üretim ilişkilerini ve bu ilişkilerin etkilerini” – korumak için tasarlanan hukukun kaçınılmaz olarak baskıcı olduğunu ve son kertede her zaman güç/iktidar tarafından desteklendiğini vurgulamıştır. Ancak hukuk, koruma misyonunu gerçekleştirmek için doğrudan şiddet kullanmadığında dahi bizi nasıl özne olarak yaratır ve şekillendirir?


Althusser, hem hukukun otoriter ve şiddet içeren niteliklerine ilişkin Marksist fikirleri yineleyerek (“Hukuk kaçınılmaz olarak baskıcıdır[2]) hem de hukukun baskısının bu niteliğe karşılık gelen bir yaptırımlar sisteminin yokluğunda var olamayacağına – yani, onları ihlal edenleri cezalandırmanın bir yolu olmasaydı, devletlerin yasama yapması yeterli olmazdı – işaret ederek hukuku üzerine birkaç metin kaleme almıştır. Althusser bu sistemi Baskıcı Devlet Aygıtları – mahkemeler, para cezaları, hapishaneler, ordu, polis – olarak tanımlar. Bununla birlikte Althusser’in getirdiği yenilik, hukukun nasıl çoğu zaman doğrudan baskı yoluyla değil de bir tür önleyici baskı yoluyla işlediğini analiz etmektir. Althusser, medeni hukuka ilişkin yürüttüğü bir tartışmada, davaların büyük çoğunluğunda, sözleşmeler yapıldığında, devletin doğrudan müdahale etmesine gerek kalmadan sözleşmenin şartlarına uyulduğunu belirtir. Fakat hukukun bu sübjektif içselleştirilmesini ne açıklar? Neden sırf var olduğu için yasalara uyuyoruz?


Althusser, her daim “hukuk ideolojisi”nin – burjuva mülkiyet ilişkilerinin, kurumsal eşitsizliğin ve halkın “yasalara saygılı”lar ve saygılı olmayanlar şeklinde ayrılmasının – pençesinde olduğumuzu ileri sürer. Aynı zamanda hukuk, kapitalist üretim ilişkilerinden doğrudan söz etmemekle birlikte, bu üretim ilişkilerinin bir ifadesidir. “Aksine” diyor Althusser, “bu ilişkileri görünmez kılar.”[3]Hukuk, yazılı hale getirilmediği yerlerde bile tamamen sistematiktir (İngiliz hukuk sisteminin genişleyen karmaşasını ve buna karşın içtihat-emsal sisteminin tarihsel açıdan ne kadar “başarılı” olduğunu düşünün). Ancak hukuk aynı zamanda Althusser’in “ahlaki ideoloji” dediği bir tür bütünleyici gerektirir – hukukun kendi varlığının gerekçesi olarak kendisine referans vermesi yeterli değildir. Hukuk mevzubahis olduğunda bu bütünleyiciler soyut özgürlük, eşitlik ve yükümlülük fikirleridir. Bu fikirler hukukun dışında var olan birer söylemdirler ancak hukuku da yapılandırırlar. Althusser’in ortaya koyduğu gibi:


"Hukuk; formel, sistematik, çelişki barındırmayan (barındırmama eğiliminde olan) kapsamlı ve tek başına var olamayacak bir sistemdir. Destek için bir yandan devlet baskı aygıtının bir parçasına, diğer yandan hukuk ideolojisine ve küçük bir ahlaki ideoloji ekine dayanır."[4]


Bu nedenle, hukukun etkinliğini, gücünü ve pratik işleyişini basitçe şiddet ve devlet baskısı tehdidine indirgeyemeyiz. Althusser, her hukuki pratiğin ufkunda her daim bir jandarma (polis) olduğunu ancak çoğu zaman bunun görünür olmadığını söyler çünkü hukuk ideolojisi-ahlaki ideoloji, jandarmadan vekalet almıştır ama onunla tam olarak aynı şey de değildir.


Bununla birlikte birçok insan için bu ince ayrım o kadar belirgin değildir. Egemen sınıf tarafından “polis malı” olarak kabul edilen bu insan kategorileri, yani polisin dolaysız ilgi alanında kabul edilen herkes – potansiyel olarak her zaman isyankâr olan işçi sınıfı, mülksüzler, göçmenler, ırksallaştırılmış gruplar, seks işçileri, bağımlılar -  için hukuk ideolojisi ile hukuki gerçeklik arasında gerçek bir ayrım yoktur: onlar bir ve aynıdır. Althusser yine de, ideolojinin – onun Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA) dediği şeyin – devletin en bariz biçimde baskıcı unsurlarıyla birlikte nasıl işlediğini anlamamız gerektiğinde ısrar ediyor. Devletin ideolojik aygıtlarının; din, eğitim, aile, hukuk sistemi, politik sistem, sendikalar, iletişim, kültür ve işlev dahil olmak üzere kapsam olarak çok daha geniş olduğunu ileri sürer. Bu aygıtlar yerleşik düzenin kurallarına boyun eğmeyi yeniden ürettiği gibi üretim ilişkilerini, örneğin kapitalist sömürü, de yeniden üretir. Eğitim veya hapishane sistemi aracılığıyla yönlendirilebiliriz: her iki durumda da devletin ürünleriyiz ve şu ya bu şekilde çalıştırılırız – Amerika Birleşik Devletleri’ndeki hapishane emeğinin nasıl bir bütün olarak ekonominin ayrılmaz bir parçası olduğunu düşünün. Hapishanelerin ve hapishane nüfusunun muazzam bir biçimde genişlemesinin aynı zamanda son derece düşük ücretli veya tamamen ücretsiz bir tutsak işgücü sağlaması tesadüf değildir.


Fakat ideolojik kurumlar bizi tam olarak nasıl “özne” kılar? Althusser’in ünlü “çağırma” örneği – polisin “Hey, oradaki!” diye bağırması – bireylerin seslenme aracılığıyla (ve her zaman doğrudan gerçek bir polis tarafından değil, dini bir figür, ebeveyn vb. tarafından) özneye dönüştürüldüğü iddiasına canlı bir yazınsal yaşam verir. Her iki durumda da, yalnızca doğrudan bir seslenmenin sonucu olarak özne oluruz: ya doğrudan (bastırma yoluyla) ya da dolaylı olarak (ideoloji tarafından) özne olmaya çağrılırız. Şu anda olduğumuz kişi, neyin doğru neyin yanlış olduğu ya da belirli bir “tür” kişi olarak kendi kimliğimiz hakkında “kendi” duygularımızla önceden var olan bir varlık değildir, daha çok tekrar yoluyla özne haline geliriz. Güç/iktidar ve ideoloji tarafından belirli türde özneler olarak inşa ediliriz: “polis malı” olarak kabul edilenler gibi “kötü” özneler de baskıcı devlet aygıtının doğrudan müdahalesini kışkırtır – diğer herkes için, sosyal veya yasal normların çiğnenmesi ihtimaline karşı hukukun, cezanın sürekli “tehdidi”nin ortaya çıkardığı genellikle amorf, belirsiz bir durum vardır.


Dolayısıyla eğer somut bireylersek, bu böyle inşa edilmiş olmamızdandır. Hukuk bu noktada hem baskıcı bir aygıt hem de ideolojik bir güç olarak ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Bununla birlikte, hem özel, adlandırılmış, yalıtılmış burjuva özneleri inşa etme hem de birçok durumda gruplar halinde gruplar inşa etme veya cezalandırma arzusu olan merkezi bir paradoks tarafından inşa edilir. Yukarıda gördüğümüz gibi, “polis malı” terimiyle yakalanan kategorilerin yanı sıra, grupların “grup nitelikleri” – protestocular, isyancılar – nedeniyle cezalandırılmaları da söz konusudur ve birçok durumda, kolektif bir bağlamda gerçekleştirilen “suç” eylemi, bir başına gerçekleştirilen “suç” eyleminden çok daha ağır cezalara tabidir. Bireysel özneler olarak inşa edilmiş olsak da en çok korkulan halimizin gruplar – mafya, grevciler, yol kesenler, isyancılar – olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Althusser’in bireylerin özneler olarak baskıcı ve ideolojik inşası teorisini desteklemek için, grubun sadece, olay mahallinde cezalandırıldığı, polis tarafından biber gazı sıkıldığı, mahkemelerde hüküm giydiği, hapse atıldığı durumları değil ideolojik ve bireysel olmayan özneleri düşünmenin ne anlama geldiğini de hayal etmemiz gerekir.


Kolektif bir biçimde kurumların ötesinde düşünebilir miyiz? Kendimizi burjuva hukukunun dışında inşa edebilir miyiz? Tamamen hukuku – zor ve ideoloji – hesaba katmadan düşünebilir miyiz, yoksa cezadan kaçınan iyi özneler veya kaçınmayan kötü özneler olarak sonsuza dek inşa edilmeye ve kendimizi inşa etmeye mahkûm muyuz?


Orijinal metin "Althusser: The Law, The Cop, and the Subject" başlığıyla 15 Mayıs 2016 tarihinde Los Angeles Review of Books sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.


[1] Louis Althusser, “Law,” in: On the Reproduction of Capitalism. Ideology and Ideological State Apparatuses, transl. G. M. Goshgarian. London: Verso 2014, p. 59.

[2] Althusser, “Law,” p. 65.

[3] Althusser, “Law,” p. 59.

[4] Althusser, “Law,” p. 68.

bottom of page