Taun Üzerine Yeni Tefekkürler
Giorgio Agamben
Çev.: Yusuf Enes Karataş
Zorunlu kapanma ile birlikte yeni bir totalitarizm mi yaşamaya başladık?
Pek çok çevrede, haklar, parlamentolar ve kuvvetler ayrılığı üzerine kurulu burjuva demokrasileri dünyasının sonunu yaşadığımız ve bunun yeni bir despotizme yol açtığı hipotezi kesin biçimde ifade ediliyor. Kontrolün yaygınlığı ve politik faaliyetin kesilmesi göz önüne alındığında bu yeni totalitarizm eskilerinden çok daha kötü olacaktır. Amerikalı siyaset bilimciler buna, “güvenlik nedenleriyle”; (bu durumda, “kamu sağlığı” adına, Terör sırasında kötü şöhretli kamu sağlığı komitelerini akla getiren bir terim) bireysel özgürlüklere herhangi bir sınırlama getirebilecek, Güvenlik Devleti diyorlar. Dahası İtalya’da uzun süredir yürütme erki tarafından olağanüstü hâl kararnameleriyle çıkarılan ve böylece yasama erkinin yerini alan ve demokrasinin dayandığı kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldıran yasama politikasına alışkınız. Video kameralar aracılığıyla ve günümüzde cep telefonları aracılığıyla gerçekleştirilmesi önerilen kontrol, Faşizm veya Nazizm gibi totaliter rejimler altında uygulanan her türlü kontrolü fazlasıyla aşıyor.
Verilerden bahsetmişken, cep telefonlarımız aracılığıyla toplanacak verilere ek olarak, çok sayıda basın toplantısında yayılan, genellikle eksik ve yanlış yorumlanmış verilerden de söz edilmelidir.
Bu önemli bir nokta çünkü fenomenin kökenine değiniyor. Biraz epistemoloji bilgisi olan herkes, medyanın tüm bu aylar boyunca, ilk önce verileri aynı dönem için yıllık ölüm oranlarıyla ve ölüm nedenlerini belirtmeden herhangi bir bilimsel titizlik göstermeden rakamlar yayınlamasına şaşırmamak elde değil. Ben bir virolog ya da doktor değilim ve kendimi güvenilir resmi kaynakların metinlerini alıntılamakla sınırlandırıyorum. Covid-19’dan kaynaklanan yirmi bir bin ölüm kesinlikle etkileyici bir sayı. Ancak bunu yıllık istatistiksel verilerle ilişkilendirirseniz, işler – normal olarak – farklı bir boyut kazanır. Istat başkanı Dr. Gian Carlo Blandirgo, geçen yılki ölüm oranlarına ilişkin sayıları birkaç hafta öne açıkladı: 647,000 ölüm (veya günde 1772 ölüm). Ölüm detaylarını ayrıntılı olarak incelersek, eldeki en güncel 2017 yılı verilerine göre kardiyovasküler hastalıklardan 230,000 ölüm, 180,000 kanserden ölüm ve solunum yolu hastalıklarından en az 53,000 ölüm kaydedildiğini görürüz. Ancak bir nokta özellikle önemlidir ve bizi yakından ilgilendirir.
Hangi nokta?
Dr. Blangiardo’nun sözlerini aktarıyorum: “Mart 2019’da solunum yolu hastalıklarından 15,189, önceki yılsa 16,220 ölüm gerçekleşti. Bu arada, bu sayıların Mart 2020 için bildirilen Covid ölüm sayısından (12,352) daha yüksek olduğu belirtilmelidir.” Eğer bu doğruysa ve bu sayılardan şüphe etmemiz için hiçbir nedenimiz yoksa, salgının önemini minimize etmede kendimize, salgının, ülkemiz tarihinde, hatta iki dünya savaşı döneminde bile daha önce uygulanmamış özgürlüğü sınırlayan önlemleri haklı gösterip göstermediğini sormalıyız. Panik yayarak ve insanları evlerinde tecrit ederek, önce ulusal sağlık hizmetini parçalara ayıran ve ardından Lombardiya’da, salgınla yüzleşirken aynı ciddiyette bir dizi hata yapan hükümetin sorumluluklarını nüfusa yüklemek istediklerine dair haklı bir şüphe ortaya çıkıyor.
Aslında bilim insanları bile iyi bir gösteri gerçekleştirmediler. Kendilerinden beklenen cevapları veremiyorlar gibi görünüyor. Sizin düşünceleriniz nelerdir?
Nihai olarak etik ve politik nitelikteki kararları doktorlara ve bilim insanlarına emanet etmek her zaman tehlikelidir. Gördüğünüz üzere, bilim insanları, doğru ya da yanlış, onları bilimin çıkarlarıyla özdeşleştiren ve bilim adına her türlü ahlaki tereddüdü feda etmeye hazır oldukları bir muhakemeyi sürdürürler. Nazizm döneminde çok saygın bilim insanlarının öjeni politikasını yönettiklerini ve bilimin ilerlemesi ile Alman askerlerinin bakımı için yararlı olduğuna inandıkları ölümcül deneyleri gerçekleştirmek için kamplardan yararlanmaktan çekinmediklerini hatırlatmama gerek yok. Mevcut durumda, bilim insanlarının gösterisi, izlenmesi özellikle endişe verici bir gösteridir çünkü medya bunu gizlese bile esasında, bilim insanları arasında bir anlaşma yoktur ve belki de en büyük Fransız virolog olan Didier Raoult gibi en tanınmışlarından bazıları, bir röportajda Orta Çağ batıl inancı olarak adlandırdığı, salgına verilen önem ve izolasyon önlemlerinin etkinliği hakkında farklı görüşlere sahiptir. Başka bir metinde bilimin zamanımızın dini haline geldiğini yazmıştım. Din ile kurulan analojiyi ciddi bir şekilde ele almak gerekir: Teologlar “Tanrı”nın ne olduğunu net olarak tanımlayamadıklarını ancak onun adına insana davranış kuralları dikte ettiklerini ve sapkınları yakmaktan çekinmediklerini beyan ettiler; virologlar da bu virüsün ne olduğunu tam olarak bilmediklerini itiraf ediyorlar ancak kendi adlarına insanların nasıl yaşaması gerektiğine karar veriyorlar.
Geçmişte sık sık olduğu gibi bize hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ve hayatımızın değişmesi gerektiği söyleniyor. Size göre gerçekleşecek olan nedir?
Gelmesi oldukça muhtemel ve yorulmadan karşı durmamız gereken despotizm biçimini açıklamaya çalıştım. Ancak bir an için güncel olaylar alemini terk edip meseleleri insan türünün Dünya üzerindeki kaderi açısından değerlendirmeye çalışırsak, kendime, büyük bir Hollandalı bilim insanı olan Ludwig Bolk’un düşüncelerini hatırlatırım. Bolk’a göre, insan türü, çevreyi insana uyarlayan teknolojik aygıtların hipertrofik büyümesi tarafından yeri alınan, çevreye uyum sağlayan doğal yaşamsal süreçlerin aşamalı olarak engellenmesiyle karakterize edilir. Bu süreç belirli bir sınırı aştığında, zarar verici ve türün kendi kendini yok etmesine dönüştüğü bir noktaya ulaşır. Şu anda deneyimlediğimiz gibi fenomenler bana bu noktaya gelindiğini ve hastalıklarımızı iyileştirmesi gereken ilacın şimdi daha büyük bir kötülük üretme riski taşıdığını gösteriyor gibi görünüyor. Bu riske karşı ne pahasına olursa olsun direnmeliyiz.
Orijinal metin "New Reflections" başlığıyla 22 Nisan 2020 tarihinde Ill Will sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişebilirsiniz.