Sivil Özgürlükler: Bir Burjuva Aldatmacası
I. Podvolotskii
Çev: Furkan Yılmaz
Marksizm’in taklitçileri kendini beğenmiş bir şekilde haykırıyorlar: “Peki ya bireysel özgürlük, basın, konuşma, toplanma vb. özgürlüğü ne olacak? Sizin muhakemenize göre bunlar bireysel haklar değil de sınıfsal haklar mıdır?”
Söz konusu “özgürlükler”, haklarında söylenecek neredeyse hiçbir şey olmadığı ölçüde hantal sınıfsal doğalarını açığa çıkarmayı başarmışlardır. Ancak şartlar bizi karanın kara olduğunu kanıtlamaya zorlandığı için “Marksistlerimizi” Marx’a havale edelim. Marx, ““modern mitoloji” ifadesini ilkin, yeniden hüküm sürmeye başlayan “Adalet, Özgürlük ve Eşitlik” tanrıçalarına hitaben kullanmıştım” der.
Dolayısıyla, Marx’a göre, tüm bunlar bir mitolojidir, aldatmacadır. Marx için özgürlük ve eşitlik tanrıçalar kadar gerçek dışıdır. Yine de bazı “Marksistler” “özgürlük”, “eşitlik” vb. ile sarhoşturlar ve bu kavramları ebedi ve saf gerçekler diye yere göğe sığdıramazlar. Oysa soyut ve sonsuz bir özgürlük Marx’a yabancıydı. “Soyut bir kelimeye, özgürlüğe aldanmayın. Şunu sorun: “Kimin özgürlüğü?” Bu kelime, insanın diğer insanlardan özgürlüğünü ifade etmez. Kapitalistin işçiyi bastırma özgürlüğünü ifade eder”.
Marx’ın soruyu sorma şekli budur. Ona göre ebedi bir özgürlük tanrıçası -özgürlük fetişi- yoktur; var olan yalnızca belli bir sınıf adına özgürlüktür. Kapitalist bir toplumda, kapitalistlerin işçi sınıfını bastırma özgürlüğüdür.
… Sözde Marksist ahmakların kapitalist bir toplumda yalnızca kapitalistler için bir özgürlükten söz edilebileceğini görebilmelerini umarak Marx’ın On Sekizinci Brumaire’i’nden uzun bir paragraf aktaracağız.
1848’in özgürlüklerinin vazgeçilmez kurmay heyeti, yani kişi özgürlüğü, basın, konuşma, örgütlenme, toplanma, eğitim ve din özgürlüğü vb. kendilerini sağlam kılan anayasal bir üniforma kuşanmıştı. Dolayısıyla bu özgürlüklerin her biri Fransız citoyen’inin mutlak hakkı ilan edilmiş; ancak bu, her durumda söz konusu hakların, yalnızca, “başkalarının eşit hakları ve kamu güvenliği” tarafından ya da bireysel özgürlüklerin birbirleriyle ve kamu güvenliğiyle uyumunu sağlayacak “yasalar” ile sınırlandırılmadıkları müddetçe sınırsız olduklarına ilişkin bir kenar notuyla yapılmıştı. Örneğin: “Yurttaşlar, örgütlenme, barışçıl ve silahsız toplanma, dilekçe verme ve basın veya diğer yollarla görüşlerini ifade etme hakkına sahiptir. Bu haklardan yararlanmanın, başkalarının eşit hakları ve kamu güvenliği dışında hiçbir sınır yoktur.” (Fransız Anayasası, 11. Bölüm, 8. madde.) – “Eğitim serbesttir. Eğitim özgürlüğü, kanunla belirlenmiş koşullar altında ve devletin üstün denetimi altında sağlanır.” (Aynı yerde, 9. madde.) – “Her yurttaşın hanesi, kanunun öngördüğü haller haricinde, dokunulmazdır.” (11. Bölüm, 3. madde.) Vb. vb. – Bu nedenle, Anayasa durmaksızın, gelecekte çıkarılacak, bu kenar notlarını yürürlüğe sokacak ve söz konusu sınırsız özgürlüklerin kullanımını, bunların hem birbirleriyle hem de kamu güvenliğiyle çelişmemelerini sağlayacak şekilde düzenleyecek olan organik yasalara atıfta bulunur. Sonrasında, bu organik yasalar düzen dostları tarafından hazırlanmış ve tüm bu özgürlükler, burjuvazinin bunları kullanırken diğer sınıfların eşit hakları tarafından engellenmemesini sağlayacak şekilde düzenlendi. Bu özgürlükler “başkalarına” tümüyle yasaklandığında ya da bunların kullanımına polis tuzağı koşullarında izin veriliyorsa, bu her zaman, Anayasanın öngördüğü üzere yalnızca “kamu güvenliği”, yani burjuvazinin güvenliği için yapılır. Nihayetinde, söz konusu özgürlüklerin her birini kaldıran düzen dostları da bunların tümünü talep etmiş demokratlar da tamamıyla haklı biçimde, anayasayı dayanak gösterir. Zira Anayasanın her paragrafı, kendi antitezini, kendi Lordlar Kamarası ile Avam Kamarasını, yani genel tabirle özgürlüğü, kenar notundaki özgürlüğün ilgasını içerir. Bu nedenle, özgürlüğün adına saygı gösterildiği ve sadece özgürlüğün fiilen kullanılması (kuşkusuz yasal yollarla) engellendiği sürece, sıradan varlığına ne kadar öldürücü darbeler vurulmuş olursa olsun, özgürlüğün anayasal varlığı, zarar görmeden, dokunulmamış şekilde kaldı.
Engels’in görüşü Marx’ınkiyle tam bir uyum içerisindedir: “Sözde insan hakları… burjuva yönetici sınıf tarafından bilfiil sınırlandırılmıştır; ezilen sınıf her zaman bu haklardan doğrudan ya da dolaylı olarak mahrum bırakılmıştır”.
Marx ve Engels, toplumsal ilişkileri incelerken, kapitalist bir toplumda özgürlüğün, kapitalistlerin sistemlerinin “toplumsal güvenliğini” koruma özgürlüğü anlamına geldiğini ve bastırılmış sınıfların haklarının hiçbir şey ifade etmediğini keşfetmişlerdir. Ancak bazı “Marksistler” sadece anayasalara başvururlar ve onlarda ebedi ve evrensel özgürlüğün resmi ilanını bulurlar. Neticede bu özgürlüğün gerçekte var olmadığını göremezler çünkü özgürlüğün varlığı “toplumsal güvenliğin” çıkarlarına aykırı olacaktır.
Kapitalist bir sistemde proletaryanın “özgürlüğü”nün bir kurgu, bir aldatma olmasının başka nedenleri de mevcuttur. Bu nedenler, kapitalizmin yalnızca “toplumsal güvenlik”le, diğer bir deyişle kapitalist sistemin egemenliğiyle çelişmeyen “özgürlüğe” izin vermesi ve bunu korumasından bağımsızdır. Burjuvazinin ekonomik egemenliği altında özel mülkiyet özgürlüğü sermaye imtiyazına, kapitalist sistemden yana bir hakka ve kapitalistlerin egemenliğine dönüşür. Aynı şekilde, sermayenin ekonomik ve politik egemenliği altında özgürlük ve demokrasi, burjuvazinin sömürülen sınıfları bastırırken başvurduğu araçlardır. Marx’ın belirttiği gibi, “Burjuva toplumunda kölelik, tam bir özgürlük görünümü yaratır çünkü bireysel bağımsızlığın hukuki bir formu gibi görünür… oysa özünde bu tam anlamıyla bir köleleştirme ve insanının tümden reddidir. Burjuva toplumunda ayrıcalığın yeri hak almıştır”.
… Burjuvazi tüm ekonomik iktidara sahipken proletarya hiçbir şeye sahip değildir. Burjuvazinin ekonomik iktidarı nedeniyle “özgürlük” ve “demokrasi” hilekâr bir iddia olarak kalır; bahse konu olan, burjuvazinin işçi sınıfını sömürme “özgürlüğü”dür. Engels’in vurguladığı gibi, “Siyasi özgürlük, köleliğin en kötü türünden daha kötü, sahte bir özgürlüktür; hayali bir özgürlüktür ve neticede gerçek köleliktir. Aynısı siyasal eşitlik için de geçerlidir”.
Siyasi baskı ve ahlaki kölelik ayrı tutulursa özgürlük sorunu dediğimiz şey budur. Yine de, burjuvazinin hapishane, ordu, kilise ve okullar üzerindeki kontrolünün yanı sıra siyasi iktidarı da elinde bulundurduğu akılda tutulmalıdır. Burjuvazi ekonomik açıdan zulmetmekle kalmaz, ahlaken de köleleştirir; bunu başaramazsa salt fiziksel güç kullanımına başvurur. Baskının artmasıyla birlikte burjuvazi, işçi hareketindeki ajanlarını burjuva özgürlük ve demokrasisinin yüceltilmesini körüklemeye çağırır.
Proleter devrim, burjuva “özgürlüğü”ne son verecektir. Proletarya diktatörlüğü, burjuva sistemini yıkacak ve sınıfsız, komünist bir toplum, sınıf karşıtlıklarından münezzeh ve dolayısıyla devletsiz ve hukuksuz bir toplum ortaya çıkaracaktır. İnsan ancak sınıfsız, devletsiz ve hukuksuz bir toplumda özgür olacaktır. Hukukun altında özgürlükten bahsetmek saçmadır, hukuk özgürlükle bağdaşmaz. Nihayetinde özgürlüğün hüküm sürdüğü bir toplumda hukuk olmayacaktır.
Orijinal kaynak: “Marksistskaia teoriia prava, s predisloviem” N. Bukharina (MoscowPetrograd 1923), ss. 102-110. Çeviri metnin alındığı kaynak: Michael Jaworskyj, ed., Soviet Political Thought; an anthology (Baltimore: Johns- Hopkins Press, 1967), ss. 118-120. Çeviriye esas alınan metin “Civil Liberties: A Bourgeois Deception” başlığıyla Seventeen Moments in Soviet History sitesinde yayımlanmıştır, metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.