top of page

Post-Kolonyal Liberalizmin Çifte Bağları

Oishik Sircar

Çev: Emek Ilgaz


"Uluslararası bir mahkemede Covid yargılamalarına ihtiyaç duyacak oluşumuz" Arundhati Roy’un "karantina sonrası hayalidir". Roy, Covid-19’un ardından, göçmen işçilere yönelik kabul edilemeyecek davranışlardan ve muhaliflere dönük medeni haklara karşı olan saldırı sürecinden Hindistan Hükumetinin sorumlu tutulmasını istiyor. Roy’un devletlerin hesap verebilirliğini tesis etmek için uluslararası bir adaleti sağlama mekanizmasına olan güçlü inancı, post-kolonyal liberalizmin çifte bağlarını (à la Spivak) iyi bir şekilde yakalıyor: Sömürgecilik sonrası bir devletin (özellikle yargı düzeninin) ilerici bir anayasaya rağmen hesap verebilirliğini sağlayamadığı durumlarda, ‘rasyonel evrensellik’’ olarak algılanan uluslararası hukukun (ve dolayısıyla common law’un) özgürlük için insan haklarını koruma vaadine, özgürlük ve eşitliğe güveniyor. Bu bir çifte bağdır çünkü bu güven uluslararası hukukun ve common law’un sömürgeci ve ırkçı geçmişleri ve şimdiki hallerinin farkındalığıyla çalışır.


Fakat, eğer hürriyet, özgürlük veya eşitliğin varsayımsal evrenselciliğine başvurmak adalet çağrılarını ilerletebilir ve devletin ceza almamasına son verebilirse neden bir endişe konusu olmalı? Hindistan’ı modern, seküler ve ilerici yapan bu fikirlere bağlılık –ki Hindistan Anayasası'nda da yer alır- değil mi? Normatif bir ürün olarak hürriyetin verdiği sözü tutmanın tehlikeleri var mıdır? Anayasanın hürriyet vaadi –sömürgecilerin köleliğe bağlı kalmayı reddetmesi bir kopuşu işaret eder - sömürge sonrası dışlanma ve şiddeti haklı gösterebilir mi bugün?


Hürriyet, bireylerin istediğini yapma hakkı olarak anlaşılabilir (kendi aleyhlerine olsa bile). Bu hak devlet tarafından ihlal edilemez. Devlet, yalnızca yapılan eylemin başkalarına zarar taşıma olasılığında bir insanın bir şey yapmasını önleyebilir. John Stuart Mill (aynı zamanda İngiliz Doğu Hindistan Kampanyası Şirketi için de çalışmıştı), 1859’da o zamanlar hâkim bir fikir olan vestfalyan devlet egemenliğine karşı rakip bir fikir geliştirmek için On Liberty’i yazdı. Mill’e göre egemen, sadece devlet olarak adlandırılan siyasi varlık değil, aynı zamanda bireydi. Bireyin zihni ve bedeni üzerindeki bu egemenlik mutlaktı.


Mill’e göre, "ırkın kendisinin yokluğu olarak kabul edilebileceği geri kalmış toplum durumlarının" bir parçası olanlar, bireysel egemenlikten mahrum bırakılabilir. 1857’deki Sepoy İsyanından sonra yazan Mill, daha aşağı ırktan madun Avrupalı olmayanları isyancı küstahlıkları için cezalandırıyor gibi gözüküyordu. Yokluk dönemlerinde –başlangıç aşamasında olan ve tarihi olmayan- bu ırklar Mill tarafından "barbarlar" olarak adlandırılır ve "despotizm" ile yönetilebilir. Ancak Mill, daimi bir reddetme önermiyordu. Barbarlar, despotik bir "hükümet biçiminin" haklı araçlarıyla "iyileştirildiklerinde"-uygarlaştırıldıklarında, hürriyetin meyvelerine erişmelerine izin verilecekti. Dolayısıyla hürriyet, Avrupalı olmayanların Avrupa yöntemlerini öğrenme ve Avrupa yöntemlerini taklit etme yeteneğine bağlı hale getirilir. Ve Avrupalı olmayanlar Avrupalılar gibi davranacak olsalar bile, özgürlük yine de reddedilebilir çünkü her zaman ırksal açıdan eksik kalacaklardır. Bu erteleme durumu, Dipesh Chakrabarty’nin "tarihin bekleme odası" olarak adlandırdığı şeydir. Avrupalı olmayanların hürriyetin meyvelerine erişim arzusuyla sınırlandırılması budur.


19. yüzyıl İngiliz liberal düşüncesinin bu iyi prova edilmiş eleştirisi, Ratna Kapur’a göre dışlama "liberalizme içkin hale gelirken, dâhil etme şartlarının farklılığın yok olmasını talep ettiği" post-kolonyal demokrasilerin yönetim uygulamalarını anlamak için önemlidir. Hindistan’da "modernitemizin" melezliğinin avantajı açısından, biz bir çifte bağla karşı karşıyayız. Anayasa’nın özgürleştirme vaadinin – hürriyet, özgürlük ve eşitlik - merkezinde yer alan fikirler, ilerici ve ırkçı bir entelektüel geleneğe kadar izlenebilir. Elbette, bu değerlerin Mill’in ırkçılığından bağımsız olarak değerlendirilebileceği ileri sürülebilir ve kurucuların; sıradan vatandaşların Anayasa’nın ahlakına olan inancını geliştirmeyi amaçlamaları da budur.


Yine de, Mill’i denklem dışına çıkarsak bile bağımsız Hindistan’da özgürlük fikrinin anlaşılma yolu, liberalizmin dışlayıcı mantığını izler. Bunu yapmak için Upendra Baxi’nin gözlemlediği gibi Hindistan post-kolonyalitesi "hem hukukun üstünlüğünü hem de terörün saltanatını hegemonik görevler ve hükümet aygıtları içinde ustalıkla birleştiriyor." Bu nedenle devlete istisnai gözetim güçleri, tutuklama, gözaltı ve sorgulama yetkileri veren özel güvenlik kanunları eğer keyfi uygulamaları vatandaşların özgürlüklerinden ödün verirse bile anayasal olarak geçerlidir. Bu yasalar, iyi vatandaşı zarar görmekten korumak için ulusal güvenlik adına kötü vatandaşların sivil özgürlüklerine erişimini engellediğinde liberal devlet zanaatı, keyfiliği haklı gösterebilir.


Tutuklanan birisinin haklarını garanti eden Hindistan Anayasası’nın 22. Maddesini düşünün (Madde 20 ile birlikte okuyun). Bu hak, 21. Madde kapsamındaki yaşam hakkının kapsamını genişleten birkaç kararla tamamlanmaktadır. Fakat Anayasa, 22. Maddenin 3. Fıkrasında tutukluluk hakları askıya alınabilen iki grup insan için bir istisna yapmaktadır: "yabancı düşmanlar" ve önleyici gözaltı kapsamında tutuklananlar. Medeni haklar garantisinin avantajlarına erişim; yabancı, düşman veya milliyetçilik karşıtının aksine milliyetçi bir toplumda iyi vatandaşın anlaşılır bir şekilde sınıflandırılabilir kategorisine bağlı kılınmıştır ve bu kategorilerin ölçülemezliği nedeniyle 14. Madde kapsamında eşitlik hakkının korunması reddedilebilir.


Böylelikle liberalizmin mantığı etkinleştirilir. Irk, yabancı düşmandaki (çoğunlukla Müslüman) terörist ötekinin hayali bir yapısı veya muhaliflerin, ideolojik açıdan "anti-milliyetçi" (çoğunlukla Ambedkariteler ve komünistler) olarak etiketlenmesi, Yasa Dışı Faaliyetler (Önleme) Yasası’nın (başlangıçta Kongre Hükümeti tarafından getirilen) şimdiki versiyonu gibi önleyici bir gözaltı kapsamında tutuklanması ile destekleniyor. Son derece dışlayıcı Vatandaşlık (Değişiklik) Yasasını [CAA – Citizenship Amendment Act] protesto eden aktivistlerin, akademisyenlerin ve öğrencilerin yakın zamanda tutuklanmalarının bir kısmı, sürmekte olan tecrit kapsamında gerçekleştiriliyor. Hindu Milliyetçisi BJP tarafından onanan CAA, bazı Güney Asya ülkelerinde dini zulüm için siyasi sığınmayı, Bangladeşli göçmen avatarlarında BJP tarafından "termitler" olarak adlandırılan Müslümanları açık bir şekilde dışlayarak genişletiyor çünkü yasanın temel ideolojisi şu: Hindistan efsanevi olarak Hinduların Kutsal Topraklarıdır.


Vatandaşlık karşıtı olarak etiketlenenler ve mevcut proto-faşist eğilim tarafından tutuklananlar (G.S. Saibaba, Anand Teltumbde, Suda Baharadwaj, Rona Wilson, Gautam Navlakha, Arun Ferreira, Vernon Gonsalves, Sharjeel Imam, Safoora Zargar, Natasha Narwal, Devangana Kalita ve Hindistan’ın sayısız diğer adsız Müslümanları, Adivasi ve Dalit vatandaşları) daha şiddetli bir bekleme odasına gönderiliyor; Hapishanenin ölümcül esaretine… Delhi’deki Şubat 2020’de gerçekleşen zorbalıkla ilişkili olarak, polisin tutuklamaları protestocu ve azmettirici olarak özellikle Müslümanları hedef alırken nefret püskürten sağcı Hindu liderler serbestçe dolaşıyor.


Liberalizmin hafifliği söz konusu olduğunda, bu bekleme odasından çıkış sakinleri devletin şartlarına uygun davrandığında, farklılıklarını bırakıp öngörülen liberal ve seküler Hindu evrensellik kültürüne asimile olarak (Üçlü Talak’ın kaldırılmasını talep eden Müslüman Kadınlar ve Hindu sağ kanat devletinin hassas ve hızlı bir şekilde çalışması gibi) mümkün olabilir. Bununla birlikte, bekleme odası olan bir hapishaneye düşürüldüğünde, anti-milliyetçilere zımni, anayasal ve demokratik yaptırımlarla (ya da yargısız infazla) işkence yapılabilir. Hindistan, BM İşkenceye Karşı Sözleşmesi’ni onaylamadı veya işkenceye karşı ulusal bir yasa çıkarmadı. Hindistan Yüksek Mahkemesi, uzun bir yargısal aktivizm tarihine ve yaşam hakkına dair ilerici yorumlarına rağmen Keşmir’deki Kamu Güvenliği Yasası'nın acımasız işleyişi ve Manipur’daki Silahlı Kuvvetler Özel Yetkiler Yasası dâhil olmak üzere herhangi bir önleyici gözaltı yasasını hiçbir zaman anayasaya aykırı saymamış ve ölüm cezasını en ayrımcı yollarla korumuş ve ödüllendirmiştir. Polis tarafından yakalandığında dana eti yiyen Müslüman, Dalit Vatandaşı, Hindu ya da üst kasttan bir kadına romantik bir biçimde ilgi gösteren Müslüman ya da Dalitli adam devlet-toplum-teknoloji birleşimi tarafından desteklenen yasa dışı infazcı Hindu grupları tarafından linç edilebilir.


Hindistan’da post-kolonyal liberalizmin bir başka sapkın boyutu, Keşmir’de kapsayıcılık, kaba askeri güç, ‘kaybolmalar’ ve Hindistan’dan (ve içerisinden olmayan) ‘azaadi’ (Hintçe; özgürlük) talep edenlere tüm temel hakları genişletmek adına "İsrail’den sonra modellenmiş yerleşim yerleri" vaatlerinin bir kombinasyonu yoluyla faaliyete geçiriliyor. Ağustos 2019’da 370. Maddenin yürürlükten kaldırılmasıyla (tarihsel olarak Cemmu ve Keşmir eyaletlerine kendi anayasalarına sahip olmaları için özel konum veren) Keşmirliler silah zoruyla "tek millet, tek anayasa" cehennemine fırlatıldı ve siyasi ve kültürel kendi kaderini tayin hakkı yürütme kararıyla ortadan kaldırıldı. Ancak bunu yaptıktan sonra bile (şimdi Hintli olmaya zorlanan Keşmirliler) Puttaswamy’de tanınan mahremiyet hakkının garantisini talep edemezler çünkü onlar Hindistan devletinin şiddet içeren sınırlarının bekleme odasında, sürekli gözetim altında, iletişimi kesilmiş, sürekli bir istisna halinde kartografik olarak tutsak kalacak varoluşsal olarak şüpheli vatandaşlardır. Keşmir’in mahremiyete yönelik talebi "Hindistan’ın hayali kurumuna" karşı bir komplo olarak okunacaktır. Navtej Johar’ın kazanımları bile Hindistan’ın Keşmir’i işgal etmesi için "homo-nasyonalist" bir meşrulaştırma olarak kullanılıyor. Böylelikle Keşmir queerleri artık Hint demokrasisinin kendilerine hayırsever bir şekilde bahşettiği merfuz özgürlüğün tadını çıkarıyor.


Shruti Kapila’nın böyle zamanlar için söylediği gibi: "Hindu milliyetçiliği yasayı kapsıyor… Hint demokrasisi anayasasını ezdi." Belki de Roy’un uluslararası hukuka istekli başvurusu dekolonizasyon dilini reddetmek yerine tamamen Hindu olan pre-kolonyal Hint geçmişinin anlatılarından yararlanarak liberalizmi Brahmileştirmek için dekolonizasyon dilini kullanan Hindu üstünlükçü görüşlere karşı daha fazla ihtiyat çağrısı olarak okunabilir. Ancak liberalizm (ister ilerici ister merkez ister muhafazakâr olsun) güçlüler için ilaç, marjinalleştirilmişler içinse zehirdir. Muhaliflerde anti-milliyetçi olanı, Müslümanlarda ve Dalitlerde yabancı ve kirleticileri öldürür ve sakatlar. Ve Hindistan’daki Covid-19 karantinasının ortasında gördüğümüz gibi, sokaklara sürülen tek sefer çalıştırılan göçmen işçiler, post-kolonyal bekleme odasının sihirli ve gerçekçi atmosferini bile deneyimlemekten alıkonuldu.


Hindistan Anayasasının liberalizmi, milliyetçi burjuva - Savarna vatandaşlarının gücünü ve haklarını korur; "(marjinalleştirilmiş) kapsamanın ve (onlara karşı) tarifsiz şiddetin paradoksal biçimini alır." Bu, verdiği sözün pişmanlık duymayan açıklığıdır. Hindu Milliyetçisi Hindistan’ın post-kolonyal liberalizmi, devletin hem "siyasi organizasyon" hem de "ticari şirket" olduğu bir "savaş makinesidir". ‘Yakalama ve yağmalama yoluyla işler’. Yine de liberalizmin ihanetlerini gördüklerini iddia eden sol – seküler – feminist – queer – kast karşıtı – karşıt spektrumdakiler liberalizmin dönüştürücü otoritesine olan mistik inançlarını hala koruyorlar. İşte bizim "acımasız iyimserliğimiz": Burada marjinalleştirilmişler için arzuladığımız iyilik (haklar, özgürlük, eşitlik) "aslında (onların) gelişmesinin önünde bir engeldir".


Bu, post-kolonyal durumumuzun – yaşamaya ve ölmeye mahkûm olduğumuz çelişik miras ve talimatların çifte bağını oluşturur. Ve bekleme odasına sürülenler (atmanirbhar – kendine bağımlı – olmaya zorlananlar ya da kendi zararlarının egemen temsilcileri oldukları için sorumlu tutulmaya zorlananlar) Hindu milliyetçisi Hindistan’da post-kolonyal liberalizmin habis yürüyüşü ilerledikçe daha güvencesiz hayatlar yaşayacak ve daha acımasız ölümler olacak, insan hakları; kalkınma ve adaletin iyi huylu dilleri, onların dokunulmaz ve "halksız" vatandaşlarının parçalanmış bedenleri üzerine inşa edilecek.


A luta continua? [Kavga devam mı ediyor?] – Kesinlikle. A vitória é certa? [Zafer kesin mi?] – Şüpheliyim.


Orijinal metin, "Postcolonial Liberalism’s Double Bind" başlığıyla 19 Haziran 2020 tarihinde Critical Legal Thinking sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.

bottom of page