top of page

Ortak Haklar: Doğal Insan, Insan Doğa

Paulo Tavares

Çev.: Yusuf Enes Karataş


Doğal İnsan: jeolojik güçler


Nobel ödüllü kimyager Paul J. Crutzen, 2002 yılında Nature dergisinde yayımlanan makalesinde, insan eylemlerinin küresel çevre üzerindeki eşi benzeri görülmemiş etkileri göz önüne alındığında, gezegenin Antroposen olarak adlandırmayı önerdiği yeni bir jeolojik çağa girdiğini iddia etmişti.[1]Kendisine göre, sanayileşmenin 18. yüzyılın sonlarında buhar gücüne kavuşmasının ardından tarıma dayalı ve kentli uygarlıkların gelişmesine imkan tanıyan on iki bin yıllık görece stabil bir iklim dönemi olan Holosen dönemi, yerini yeni bir çağa bırakıyordu. Bu dönem, insanlığın artık küresel ekolojik süreci belirleme gücünü ters yüz ettiği ve doğal güçlerin yerini aldığı gerçeğiyle ayırt edilir. Başka bir deyişle, son iki yüz yılda, hem insanlık hem de gezegen, eş zamanlı olarak, bir zamanlar tarih ve doğayı ayıran bölünmelerin ortadan kalktığı ölçüde, radikal ve birbirine bağımlı bir dönüşüm sürecine girdi. Böylece kültür doğal bir güce dönüşür ve doğal varyasyonlar artık insanlık tarihinin bir parçasıdır.


Michel Serres 1990 yılında yayımlanan The Natural Contract ile birlikte yarattığımız bu yeni sosyo-jeolojik düzenin sonuçlarını öngörmeye başlamıştı. Onun deyişiyle insanlık “Dünya’nın fiziki sistemlerindeki fiziki aktörler”[2] haline geldi ve bu nedenle insan ve doğa arasında, modern toplumların ve modern bilimlerin doğal dünyayı kavramsallaştırma biçimlerini yeniden tanımlayacak yeni ilişki biçimleri hayal etmek gerekiyordu. Serres için doğa bundan böyle sınırsız temellük için mevcut olan atık kaynak materyalleri olarak kavranamazdı. Bunun yerine ekosistemler, insanların sürekli ve hassas etkileşimler içinde bir arada var olduğu canlı ve hareket halindeki failler olarak kavramsallaştırılmalıdır. Gerekli dönüşümler bir yandan epistemik diğer yandan hukuki, felsefi ve politikti. Pasif nesneler olmayı bırakan insan olmayanlar, sosyal tanımlarımızın dışında bıraktığımız tüm bu şeyleri kapsayacak yeni bir sosyal sözleşme biçimine dahil edilmelidir. Doğal sözleşme, Serres’in “simbiyoz hakları” olarak adlandırdığı, insanların ve insan olmayanların ortak bir hukuki statüyü paylaştığı politik-epistemik bir çerçeve olan yeni bir hukuki ekolojiyi savunur. Simbiyoz hakları, karşılıklılık ile tanımlanır: Doğa insana ne kadar verirse, insan o kadarını doğaya geri vermelidir, zira doğa artık hukuki bir öznedir.”[3] Tarih, insanları doğal güçlere eşdeğer kıldığı gibi, doğa da tarih boyunca insanlar tarafından işgal edilen haklar ile donatılmalıdır.


İnsan Doğa: hukuki haklar


Michel Serres’in felsefi spekülasyonları, Ekvador’un doğayı devredilemez haklar ile donatan yeni bir anayasayı kabul ettiği 2008 yılında gerçek bir boyut kazandı.[4] Yeni anayasa, Ekvador vatandaşlarına tanınan hakların yanı sıra doğayı ulusal hukukun bir öznesi kılarak doğal topluluklar ve eko sistemler için temel haklar tesis etti. Yeni anayasanın ortaya koyduğu yeni durum, filozof Etienne Balibar’ın insan haklarına ilişkin eleştirel analizinde dile getirdiği bir soruyu/sorunu ele almanın bir yolu olarak okunabilir: “Doğanın kullanımı pratikte hiçbir yasa tarafından ele alınmaz.”[5] Balibar’a göre mülkiyet, insan haklara mevzuatına göre evrensel bir hak olarak algılandığı ve dahası doğa, mülkiyetin başat nesnesi olduğu sürece, bu, kolektiflerin doğal unsura erişme ve bunları kullanma hakkını korumanın bir yolunu sunma meselesiydi. Bu nedenle doğa, tüm insan yaşamı için gerekli ve ortak olmasına rağmen, devredilebilir, metalaştırılmış ve özelleştirilmiş nesnelere dönüşme riskini her daim beraberinde taşıyordu. Farklı politik forumlarda, özellikle de Birleşmiş Milletler’de, “su hakkı” veya “çevre hakkı” gibi konular etrafından yürütülen mevcut tartışmaların çoğu, hayati öneme sahip insanlığın ortak kaynaklarını düzene sokmaya yönelik yeni biçimleri ortaya koyarak bu paradoksun üstesinden gelme girişimlerinin pratik tezahürleridir.


Ancak filozof tarafından insan hakları mevzuatının özünde tespit edilen bu politik-hukuki kusura Doğa Hakları aracılığıyla verilen cevap, mevcut ortak aklı istikrarsızlaştırmaktadır. Kuşlar, dağlar, kayalar, nehir deltaları vb. unsurlara insanmış gibi haklar tanıyan animist hukuk anlayışı, hem hukuki hem de epistemik bir değişimi ima eder. Hakları tıpkı vatandaşlar gibi hukuk tarafından tanınan insan olmayan doğal topluluklar mülkiyet statüsünü – hatta “ortak mülkiyet” statüsünü – terk ederek hak sahibi varlıklar haline gelirler. Aynı zamanda, doğa, var olma hakkının Devlet tarafından garanti altına alınması ve korunması gereken bir yaşam biçimi olarak sunulabilmesi için mülkiyet ve kullanım biçimlerinin hükümet tarafından düzenlenmesi gereken bir nesne olarak çerçevelenmekten çıkar.


Etienne Balibar’ın ortaya koyduğu soruna verdiği cevapların bir şekilde sınırlı olduğunu kabul etmek gerekir çünkü insan hakları politikasını ekoloji perspektifiyle yeniden ele almak için çok önemli bir nokta belirlese bile yalnızca her türlü kolektif ve özel sınırlamanın ötesinde “mülkiyetin evrenselleştirilmesi”nin önemini vurgular. O, öznesi olmayan bir mülkiyet biçimi – “tüm insanlar tarafından temsil edilen kurgusal bir özne” – talep eder. Yine de Doğa Haklarına ilişkin can alıcı olan şey, tüm insanların “temel mülkiyet”inin, Doğanın kendisi “evrensel bir özne” haline geldiği sürece, bir mülkiyet olmaktan çıkmasıyla gerçekten evrenselleştirilmesidir. Bu noktada ima edilen haklar politikası, çevreye yönelik haklardan ziyade çevre hakkından, insanların doğaya eşit ve adil bir biçimde sahip olmasını dert edinen haklardan değil doğanın bizzat sahip olduğu haklardan yola çıkmıştır. Başka bir deyişle: Politik müşterekler sorunu, kolektif ya da evrensel sahiplenmeyi muhafaza ederek ve düzenleyerek değil, tam tersine mülkiyet evrensel ya da ortak bir nitelik kazansa dahi mülkiyet kavramının peşi sıra gelen temellük fikrini sorgulayarak, yalnızca ortak olanın ne olması gerektiğini tanımlamak için evrensel bir öznenin etrafına çizilen hukuki bir çerçeveyle değil, aynı zamanda insan ve insan dışıların ortak haklarının belirlenmesi yoluyla kurulan özne fikrinin radikal bir evrenselleştirilmesiyle ele alınır.


Orijinal metin "Common Rights: Humans as Nature, Nature as Human" başlığıyla 21 Temmuz 2021 tarihinde Critical Legal Thinking sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür. 


[1] Paul Cruzten ve Eugene F. Stoermer, The Anthropocene, IGPB [International GEosphere-Biosphere Programme] Newsletter 41, 2000.

[2] Michel Serres, The natural contract, 1990, s. 18.

[3] op cit., 38.

[4] “Madde Haklar: Kişiler ve insanlar, bu Anayasa ve uluslararası insan hakları belgelerinde güvence altına alınan temel haklara sahiptir. Doğa, bu Anayasa ve Kanunla tanınan hakların bir öznesidir. Bölüm: Doğanın Hakları: Madde 1. Yaşamın yeniden üretildiği ve var olduğu Doğa veya Pachamama, var olma, varlığını koruma ve sürdürme ile kendi yaşam döngülerini, yapısını, işlevlerini ve evrimsel süreçlerini ıslah etme hakkına sahiptir.”

[5] Etienne Balibar, 1994 – “What is a Politics of the Rights of Man?”.

bottom of page