top of page

Insan Hakları Üzerine Yedi Tez: (4) Evrenselcilik & Komüniteryanizm Birbirine Bağımlıdır

Costas Douzinas

Çev.: Cevher Elgin


Tez 4: Evrenselcilik ve komüniteryanizm, karşıt olmaktan çok hümanizmin iki türü olarak birbirine bağımlıdır. Tekil eşitliğin ontolojisiyle yüzleşirler.


Temel normatif kaynak olarak insanlığın anlamı hakkındaki tartışma evrenselciler ve komüniteryenler arasında da yürütülür. Evrenselci, kültürel değerlerin ve ahlaki normların evrensel uygulanabilirlik ve mantıksal tutarlılık testinden geçmesi gerektiğini iddia eder ve çoğu kez şu sonuca varır: bir ahlaki doğru olmasına rağmen birçok hata varsa bunu diğerlerine dayatmaya çalışan failler görev başındadır.


Komüniteryenler, değerlerin bağlama bağlı olduğuna dair açık gözlemden yola çıkarlar ve bunu geleneğin baskıcılığına katılmayanlara dayatmaya çalışırlar. Her iki ilke de mutlak öz haline gelip insanlığın geriye kalan anlamını ve değerini tanımladığında, kendilerine direnen her şeyi harcanabilir bulabilir.


Kosova iyi bir örnektir. Mağrur Sırplar, uluslarının “beşiğinin” bütünlüğünün korumak için Arnavutları öldürdüler ve etnik “temizlik” yaptılar (ilginçtir ki çoğu vahşi milliyetçilikte olduğu gibi tarihi bir yenilgiyi kutluyorlar). NATO bombardıman uçakları, Belgrad ve Kosova’da 35.000 fitten insanlığın haklarını savunmak için insanları öldürdü. Her iki pozisyon, belki farklı şekillerde, çağdaş metafizik dürtüyü örneklemektedir: İnsanlığın özünü neyin oluşturduğuna dair aksiyomatik bir karar verdiler ve bunu alternatiflerine karşı inatçı bir göz ardı edişle takip ettiler. Bunlar, insanlığın 'özünü' sonuna kadar telos ve bitiş olarak tanımlayan bir hümanizmin çağdaş ifadeleridir. Emmanuel Levinas’ın sözleriyle ifade etmek gerekirse, insanı kurtarmak için bu türden bir hümanizmi yenmeliyiz.


Evrensel ilkelerin bireyselciliği, her insanın bir dünya olduğunu ve başkalarıyla ortak olarak var olduğunu, hepimizin topluluk içinde olduğunu unutur. Her insan tekil bir varlıktır; geçmiş karşılaşmalarının, arzularının ve hayallerinin, umutlarının, beklentilerinin, planlarının tekrarlanamaz bir birleşimi olarak varoluşunda benzersizdir. Her bir kişi, başkalarıyla konuşma arzusunda ve tanınma ilişkilerinde fenomenolojik bir anlam ve niyet kozmosu oluşturur. Ortak olmak, kendilik olmanın ayrılmaz bir parçasıdır: Benlik ötekine maruz kalır, dışsallıkta konumlanır, diğeri benliğin mahremiyetinin bir parçasıdır. Yüzüm “her zaman başkalarına maruz kalıyor, her zaman bir başkasına dönüyor ve onun yüzünde hiç kendime bakmıyor.”[1]


Aslında başkalarıyla topluluk içinde var olmak, ortak varlığın veya temel bir topluluğa ait olmanın tam tersidir. Öte yandan, komüniteryenler topluluğu, gelenek, tarih ve kültür ortaklığı, mevcut olasılıkları kaçınılmaz ağırlığıyla belirleyen çeşitli geçmiş kristalizasyonlar aracılığıyla tanımlarlar. Komüniteryen topluluğun özü, çoğu kez insanları, artık ulusun veya halkın veya liderin ruhu olarak tanımlanan ortak “insanlığın” “öz”lerini bulmaya zorlamak veya “izin vermektir”. Bizler geleneksel değerleri takip etmeli ve yabancı ve öteki olanı dışlamalıyız. Komün olarak toplum, insan haklarını, yalnızca Ben’i Biz’in içine, ölüme kadar, ölü gelenekle 'mutlak birleşme' noktasına kadar batırmaya yardım ettikleri ölçüde kabul eder.[2]


Hem evrensel ahlak hem de kültürel kimlik, insan deneyiminin farklı yönlerini ifade eder. Soyuttaki karşılaştırmaları boşunadır ve farklılıkları belirgin değildir. Bir devlet, “evrensel” insan haklarını benimsediğinde, bunları, eğer varsa, yerel yasal prosedürlere ve ahlaki ilkelere göre yorumlayacak ve uygulayacak ve evrensel olanı tikel olanın bakıcısı haline getirecektir. Bunun tersi de doğrudur: Geleneksel hakları ve kültürel uygulamaları kıskançlıkla evrenselin saldırısına karşı koruyan hukuk sistemleri bile zaten onun tarafından kirletilmiştir. Tüm haklar ve ilkeler, içeriklerinde dar görüşlü olsalar bile, biçimlerinin evrenselleştirici ivmesini paylaşırlar. Bu anlamda haklar, topluluğun dağılmasının tohumunu taşır ve tek savunma, küresel neoliberalizmde imkânsız olan haklar fikrine tümüyle direnmektir. Evrenselliğin ve geleneğin iddiaları ölümcül kavgada bulunmak yerine kırılgan ilişkileri Dünya Bankası tarafından onaylanan huzursuz müttefikler haline geldi.


Bizim bakış açımıza göre insanlık normatif ilke olarak iş göremez. İnsanlık paylaşılan bir mülk değildir. İnsanlık durumunun sürekli olarak şaşırtılmasında ve onun kararsız bir açık geleceğe maruz kalmasında fark edilir. İşlevi, felsefi bir özde değil, özünde, sonsuz yeniden tanımlama sürecinde ve dışsal belirlemeden kaçmak için gerekli ama imkânsız girişimde yatar. İnsanlığın temeli ve sonu yoktur; o, temelsizliğin tanımıdır.


Orijinal metin "Seven Theses on Human Rights: (4) Universalism & Communitarianism are Interdependent" başlığıyla 30 Mayıs 2013 tarihinde Critical Legal Thinking sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.


[1] Jean-Luc Nancy, The Inoperative Community (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1991), xxxviii.

[2] Ibid.

bottom of page