Insan Haklarını Kurtarmak (Mı?)
Narnia Bohler-Muller
Çev: Yusuf Enes Karataş
Doğal haklar ve insan hakları, iktidarın despotizmine ve servetin kibrine karşı bir araç olarak görülür. Hem doğal hakların hem de insan haklarının günümüzde hükümetler tarafından tedavüle sokulması eleştirel etkileri ile başlangıçtaki amaçlarının ve rollerinin tersine çevrildiği anlamına geliyor (Douzinas, 2007: 24). Sevgili blog partnerimin de gayet iyi bildiği gibi hata yapmak insana mahsustur. Biz insanlar hayatımız boyunca ‘doğru’ yolu bulmaya çalışırken her tökezlediğimizde hata yapıyoruz ve bu tökezleme durumu insan haklarının yorumlanmasında ve uygulanmasında da geçerli. Ancak – ve benim ayrıldığım yer burası – insan haklarının yorumunu ve uygulamasını sürekli elimize yüzümüze bulaştırdığımız gerçeği, insan hakları fikrinin/idealinin doğasında bulunan güçlü potansiyeli ortadan kaldırmaz.
Hiç şüphe yok ki insan hakları, bireylerin ve grupların artık baskı görmediği, tahakküm altına alınmadığı veya aşağılanmadığı daha iyi bir dünya vaadini gerçekleştirirken yasal, politik ve sosyo-ekonomik dönüşümün güçlü bir aracı olarak hizmet etme hususunda radikal bir potansiyele sahip. Bununla birlikte trajedi, insan hakları fikrinin/idealinin büyük ölçüde başarısız olduğuna dair, aksinin ispatı güç, uluslararası kanıtlarda yatmaktadır. İnsan hakları bazı seçkinler tarafından despotik iktidarın araçlarına dönüştürüldü ve bu nedenle haklar yoksulluğa ve tiranlığa karşı mücadelede araçlar olduklarına ilişkin ütopik niteliklerini kaybetmeye başladı ve bunun yerine ahlaki ve politik emperyalizmi ilerletmek için kullanıldı.
Costas Douzinas (Human Rights and Empire 2007)[1] yakın zamanda insan hakları ve insancıllığın (oldukça garip bir kavram: ‘savaş hukuku’) yeni yeni yükselmekte olan bir İmparatorluğun mevcut ideolojisi olması problemini ve paradoksunu dillendiren bir dizi endişeli sese katıldı. Başka bir deyişle gücü elinde bulunduranlar insan hakları söylemini kurumsallaştırma ve sömürgeleştirme eğilimindedirler. Simone Weil (1990) de insan haklarının, hakların piyasadaki bir malmış gibi takas edildiği ‘ticari bir tat’ benimsediğine işaret ederek bu düşünceleri yineledi. Ve böylece insan hakları endüstrisi büyüdü ve gelişti.
Endüstri büyüdükçe insan hakları eleştirel, radikal niteliğini kaybeder. Haklar gittikçe daha fazla kurumsallaştıkça aynı zamanda meydan okumaya ve eleştiriye karşı daha dirençli hale gelirler. En kötüsü de insan hakları artık yoksulları ve dışlanmışları iktidara, tahakküme ve baskıya karşı savunma amacına hizmet etmiyor. Hatta bunun tersi gerçekleşme eğilimindedir: hükümetler hakları bir çeşit uyuşturucuymuş gibi ‘dağıttığında’ insanlar her zamankinden daha bağımlı, kayıtsız ve politik olarak bükülebilir bir hale gelir.
İnsan hakları söylemi gerçekten de belirli bireylerin ve ulusların dünyanın kendinden menkul kurtarıcıları ve velinimetleri olarak ahlaken yüksek bir mertebede bulunduklarını iddia etmelerine imkân veren tehlikeli bir potansiyele sahiptir. İnsan hakları adına bu tür bir ‘iyiliğin peşinde koşmanın’ en uç örnekleri Kosova ve Irak’ta gerçekleştirilen ‘insani müdahaleler’dir. Bu gibi durumlarda ‘medeni insan’ umutsuz ve çaresiz kurbanlara ‘hayırseverliği’ni sunar ve bu hayırseverlik, kurbanlar tarafından kolları açık bir şekilde karşılanmazsa “kurbana savaş bombaları ve tanklarla empoze edilir” (Douzinas, 2007: 80). Özgürlüğümüzü kabul edin ya da ölün(?)
Özetle insan hakları medenileştirme, kurtarma ve özgürlüğü ‘sağlama’ araçları olarak kullanıldığında küresel bir para birimi haline gelir, ütopik niteliklerini kaybeder ve güç ile hegemonya için bir gerekçe haline gelir. Ve hükümetlerin ‘adil’ savaşlar yürütme kabiliyetine yol açan şey insan hakları söyleminin bu neo-kolonyal sömürüsüdür.
Ancak (ve her zaman bir ‘ancak’ vardır…) Platonik ideal – ütopik rüya – hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmaz çünkü hakların dili yoksullar, ezilenler ve keder içindekiler için daha mükrim bir dünya adına yürütülen mücadelede bir araç olarak hala kullanışlıdır. İnsan hakları mutluluk gibi basit bir şeyin peşinden gidilebilecek bir yol olarak kabul edilecekse iktidarın aşırılıklarına karşı bir savunma olarak anlaşılması gerekir.
O halde amaç insan haklarının radikal potansiyeline – ‘insanlık dışı’ duruma düşürülmüş olanların haklarının korunması – (yeniden) sahip çıkmak ve şartlar nihayet elverişli olduğunda iktidarların hakları ‘bahşetmesi’ için kollarını uzatmış ve avuçlarını birleştirmiş bir şekilde beklememek olmalıdır.
Yoksa bu çok mu radikal bir yaklaşım?
Orijinal metin, ‘Rescuing Human Rights?’ başlığıyla 16 Eylül 2019 tarihinde Critical Legal Thinking sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.
[1] ç.n. İnsan Hakları ve İmparatorluk: Kozmopolitanizmin Siyasal Felsefesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., çev. Kasım Akbaş-Rabia Sağlam, 2017.