Gilles Deleuze: Hukukbilim
Christos Marneros
Çev.: Eray Sinan Demirhan & Yusuf Enes Karataş
Fransız filozof Gilles Deleuze’ün düşüncesi ile hukuk arasında ilginç bir ilişki vardır. Deleuze çalışmaları boyunca – yadsınamaz bir biçimde hukukun ve genel olarak hukuk düşüncesinin iki temel özelliği olan – yargıya ve temsile yönelik küçümseyici tavrını sık sık ortaya koymuştur.[1] Buna rağmen, Claire Parnet ile yaptığı bir röportajda şunları söylemiştir: “Hukuka ve hukukbilime karşı her zaman bir hayranlık beslemişimdir... Eğer felsefe okumamış olsaydım, hukuk okurdum[...].”[2] Yine de hukuka ve hukukbilime olan bu ilginin hukukun özüne ya da doğasına yönelik temel gerçeklerin veya Gerçeğin – Deleuze’a göre bunlar yaşamın farklılığına ve tekilliğine yönelik olmayan içi boş soyut çıkarımlardır – “keşfine” yönelik olmadığı hususunda oldukça netti. Öyleyse Deleuze’ün hukukbilim anlayışının oldukça karmaşık olduğu ortaya çıkıyor. Bununla beraber, iddaa ettiğim üzere, onun bu anlayışı genel itibariyle hukuku ve hukukbilimi, hukuki olmayan, farklı ve anarşik biçimde (yeniden) düşünmenin yollarını açma potansiyeline sahip olduğundan incelenmeye değerdir.
Hukukbilim: Çok Anlamlılık
Bir nosyon ya da bir kavram olarak hukukbilimin birden fazla anlamı vardır ve genellikle tutarsız bir şekilde kullanılır. Mesela, Anglo-Amerikan hukuk anlayışı göre, hukukbilim bir bilim ya da bir disiplin olarak anlaşılır.[3] Bu anlayışa göre kavram “içinde hukuki muhakeme sanatını barındıran”[4] bir bilime ya da bir disipline işaret etme eğilimindedir. Başka bir deyişle, hukukbilim, hukuk uzmanları (örneğin yasakoyucular) tarafından hukuk yaratmak için başvurulan yasama bilimi olarak tanımlanır. Buna ek olarak, terim daha geniş anlamda bir hukuk sistemine de işaret edebilir.[5] Kavram, Anglo-Amerikan (hukuk) akademisi geleneğince, hukuk felsefesi ya da hukuk teorisi ile eşanlamlı görülme eğilimindedir. Mesela Adam Smith bu terimi “sivil hükümetlerin nasıl yöneteceklerine dair kuralların ya da idarenin ve hukukun genel ilkeleri(nin) teorisi” olarak tanımlar.[6] Böylece, bu gelenek çizgisinde yürütülen akademik tartışmalar hukukun doğası ve geçerliliği gibi (örneğin “hukuk nedir” ya da “nasıl olmalıdır”) ya da hukuk ile ahlak arasındaki bağlantıyı (bağlantıları) araştırmaya yönelik temel sorular etrafında döner. Sonuç olarak, bir “hukukçu” – hukukbilim ile ilgilenen kişi anlamında – hukukun bütünüyle teorik yönlerine dair yüksek seviyede bir bilimsel uzmanlığı olan kişi olarak anlaşılır. O zaman hukukçu, hukuk teorisyeni ya da hukuk felsefecisi, (teorik olarak) hukukun ilkelerine ve normlarına kafa yoran kişi olarak karşımıza çıkar.
Hukukbilimin anlamı Kıta Avrupası hukuk sisteminde çok daha karmaşık bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Fransızca terim olan la jurisprudence hukuk felsefesi ve teorisi anlamına gelmekten ziyade emsallere dayalı bir içtihat hukukuna işaret eder. Daha açık söylemek gerekirse, Larousse, Dictionnaire Français’e göre, hukukbilim, hukukun ve hakların kaynağını oluşturan yargısal ve idari kararların toplamıdır.[7] İçinde pratik bir unsuru barındıran Kıta Avrupası perspektifi, teorik hukukun ağır bastığı Anglo-Amerikan ekolünün ilk bakışta tam karşısında gibi görünse de aslında durum tam olarak böyle değildir. Daha geniş bir biçimde tanımlamak gerekirse, yukarıda bahsedilen “emsallere dayalı” ifadesi ile kastedilen kanunlarla/yasalarla düzenlenen bir sistemden ziyade common law hukuk nosyonundan yani içtihat hukukundan veya Bentham’ın yargıç-yapımı hukuk olarak adlandırdığı yargı kararlarına dayalı bir hukuk düzeninden çok da farklı değildir.[8]
Görünen o ki farklılıklarına rağmen “modern” hukukbilim anlayışları ortak bir görüşte birleşiyorlar. Bu anlamda hukukbilim terimi, hukuk disiplininin genellikle dar bir kalıba oturtulmuş sınırları içerisinde gerçekleşen, tamamıyla teorik bir uğraş olarak ve-veya hukukun doğasına ilişkin “üstün hakikati” tanımlamaya yönelik ya da yargı kararlarıyla belirlenmiş emsallere dayalı ve aynı zamanda hiyerarşik yapılı (devlet ve/veya mahkeme kurallarına dayalı) bir süreci ifade eder. Bu hukukbilim anlayışları, pratik bilgelik ve bağlılıktan önemli ölçüde uzaklaşmış gibi görünse de, eski hukukbilim etimolojisini ifade etme eğilimindedir. Hukukbilim kelimesi, latince ius (hukuk) ve prudentia (akıl) kelimelerinin bir sentezidir. Bu yüzden, hukukbilim, hukukun bilgeliğidir. Ancak, bu özel türden bir bilgeliktir. Antik Yunanca phronesis kelimesinden türemiş olan Prudentia bir tür pratik bilgelik ve beceri anlamına gelir. Aristo’ya göre, bir şeyle daimî ve yakın bir ilişki içerisinde olmakla kazanılan bu tarz bir bilgelik, karşılaştığımız bir durum özelinde kapsamlı ve derinlemesine bilgi sahibi olma meselesidir.[9] Bu nedenle, phronesis tekilliğe yönelik özen ve dikkate çağrışım yapar. Bu bakımdan, phronesis pratik bilgeliğe sahip olarak değerlendirilebilecek bir kişiyi tanımlayan – bir tür yaşam tarzı olarak - belirli bir ethos’u yansıtır. Bu ethos, yukarıda ifade edildiği gibi, modern hukukbilim yorumunda ikincil bir hâl almış ve hatta tamamıyla kaybolmuş görünmektedir. Bu etik ve pratik unsurdan kopuş hukukbilimi sadece teorik bir uğraş alanına itmiştir. Bu değişim aynı zamanda hukukbilim “bilge” olduğu varsayılan çok az sayıdaki adam ve hukuk kuramına dair sözde üstün ilkeler ve hakikat(ler)i tanımlamaya odaklanan birisi için hala bilim olarak görüldüğü için hiyerarşiktir.
Yaratıcı ve Anarşik Bir Hukuk Felsefesi: Deleuze’ün Hukukbilimi
Deleuze’ün hukukbilimi tanımı, kendisi bunu yeterince açıklamadığı için bir muamma olarak kalmıştır. Yine de bana göre, hukukbilimin işleyiş şekline yönelik bu etik boyutu bir şekilde yeniden canlandırmayı ve ona yeni bir ivme kazandırmayı başarır. Aşağıda da iddia ettiğim üzere, Deleuze – her ne kadar kendi felsefi yorumuna göre yapsa da – hukuk felsefesi olarak Anglo-Amerikan analitik hukukbilimi ile vakalara dayanak bir sistem olarak Kıta-Avrupası’ndaki hukukbilim kavrayışını etkili bir şekilde birleştirir. Vakadan sadece hukuki vakaları anlamamalıyız. Bu vakalar daha ziyade, yüksek varsayılan değerler, amaçlar ve normların soyutlamalarına maruz bırakılmayan bir hayatı ortaya koyan vakalardır. Örneğin Deleuze şunları söylemiştir:
“Hukuki “vaka” nosyonu ya da hukukbilim tekilliklerin yayılması ve temdit işlevleri adına evrenseli reddeder. Hukukbilime dayalı bir hukuk kuramı, herhangi bir hak “öznesine” ihtiyaç duymaz. Tersine, öznesi olmayan bir felsefe hukukbilime dayalı bir hukuk kuramına sahiptir.”[10]
O hâlde hukukbilimi bu noktada “vakalar üzerinden işleyen” bir sistemi işaret eder. Ancak bu işleyiş sistemi yukarıda da bahsedildiği üzere sadece Anglo-Amerikan ya da common law teamül hukuk anlayışına indirgenemez ve indirgenmemelidir. Hukuki prosedür genellikle mahkemelerde ve bazı ulusal ve uluslararüstü sözde “resmi tüzel kişiliklerde” olduğu gibi bir davaya ilişkin olgulara salt yazılı hukuk kurallarının yorumlanıp uygulanması değildir. Bu işleyiş hukuk hakkında derin bir bilgiye sahip olan ve bu bilgiyi ele alınması gereken her bir vakanın özgüllüğü ve özellikleri üzerinde değerlendirmeye ve uygulamaya hazır olan birinin meselesi olan belirli bir ethos ile karakterize edilen büyük bir karmaşıklık ve özen meselesidir.
Bunun ötesinde, Deleuze hukukbilimin anlamını sadece yukarıda anlatıldığı kadarıyla sınırlandırmaz. Bahsedildiği üzere, Deleuze’ün asıl önerdiği şey hem Kıta-Avrupası Hukuk Sistemindeki hem de Anglo-Amerikan hukuk sistemindeki hukukbilim kavrayışının birleştirilmesidir. Bu birleştirme sayesinde hukukbilim teriminin etik yönü güçlü bir şekilde yeniden canlandırılabilecektir. Başka örneklerde, Deleuze hukukbilimi daha net bir şekilde “hukuk felsefesi” olarak adlandırmaktadır. Mesela, Raymond Bellour ve François Ewald ile yaptığı bir konuşmada şunları söylemiştir: “Haklar yasalarla ya da mahkeme kararlarıyla değil, hukukbilim tarafından yaratılır. Hukukbilim, hukuk felsefesidir, tekilliğe odaklanır ve tekilliklerle uğraşarak ilerler. Doğal olarak bunların hepsi, spesifik bir şeyi ifade etmek için belirli pozisyonlar almayı gerektirebilir.”[11] Bu noktada hukukbilim terimine dair elimizde iki temel ekolün bir kombinasyonu var: 1) hukuk felsefesi ve 2) emsal/tekil kararlara dayalı bir hukuk anlayışı. Bu hukuk felsefesi anlayışı, Anglo-Amerikan geleneğinin anladığı hukuk hakkında felsefe yapmakla karıştırılmamalıdır. Daha ziyade felsefe Deleuze ve Felix Guattari’nin anladığı şekilde “kavramları yaratan bir disiplin”[12] olarak anlaşılmalıdır. Bu yüzden, bir başka ifadeyle, hukuk felsefesi olarak hukukbilim, hukuku ya da hakları yaratma süreci olarak karşımıza çıkar.
Böylelikle hukukun “teknisyenlik” gerektirmeyen yaratılış süreci, oturmuş normlara ve kurallara dayanmaz – en azından biz bu şeklilde anlama eğilimindeyiz. Hukuk belirli bir azınlık için bir disiplin olarak anlaşıldığında, “evrensel hukuk kurallarının tekil olaylara uygunlandığına ve bundan ötürü tekil durumlara büyük bir haksızlık yapıldığına”[13] şahitlik ederiz. O hâlde hukukun işleyişi, bu soyut, evrensel kural ve değerlerin üzerine inşa edilmiş bir çeşit Procrustes’in yatağına döner. Diğer taraftan, Deleuze’ün yaratıcı bir işlem olarak gördüğü (hukuk) felsefe(si) anlayışına göre, her vakanın kendine has şart ve koşulları dikkat alınır ve bu yüzden hukuk sisteminin işleyişi evrensel ve soyutluktan ziyade tekilliğe dayanır. Bu aynı zamanda bir hayat felsefesidir çünkü karşılaşılan (tekil) durumun ve hukukbilim faaliyetinde bulunma yollarının derinlemesine öğrenilmesini gerektirir ve bu spesifik bir ethostur. Hukuki ethos –antik dönemde var olan ancak iddia ettiğim üzere modern dönemde anlamını temelden yitiren ethos ya da hukukun bilgeliği – hukuki düşünce tarzında yer alan her türlü dogmatizim ve hiyerarşiye karşı gelerek eşi benzeri görülmemiş yeni bir dinamizm ile restore edildi.
Deleuze’ün anladığı şekilde hukukbilimin bu etik yönü, Toni Negri ile yaptığı “Control and Becoming” başlıklı bir röportajda çok daha net bir şekilde kendini gösterir. Deleuze açık bir şekilde şunları söylemiştir:
“Benim ilgimi çeken şey ne hukuk ne de yasalar (birincisi içi boş bir nosyon, ikincisi ise eleştiriden yoksun nosyonlardır), hatta haklar bile ilgimi çekmez, sadece hukukbilim çeker ilgimi. Nihai kertede hukuku yaratan hukukbilimdir ve bu işi yargıçlara [ve sözde “hukuk uzmanlarına”] daha fazla bırakmamalıyız.”[14]
Bu yönüyle Deleuze hukuku bir otorite biçimi ya da “bir kaynak” (bir arkhe) olarak gören alışılagelmiş anlayışın dışına çıkar.
“hukuktan oldukça farklı bir nomos”.[15]
Deleuze’ün hukukbilim anlayışı, hukuki olandan ziyade hukuki olmayan an-arkhik bir nomos’a zemin hazırlar. Kelimenin anlamına yönelik Fransız dil bilimci Emmanuel Laroche tarafından yapılan açıklamaların ardından, Deleuze, Homerik (göçebe) toplum için nomos’un pastoral bir anlam taşıdığını açıklar. Bununla birlikte, terimin taşıdığı tahsis veya dağıtım anlamı, bir arazi dağıtımı meselesi değildi çünkü filozofun da belirttiği gibi nomos’un arazi dağıtımı anlamını kazanması sonraki zamanlarda gerçekleşmişti.[16]
“Homerik toplumun doğada ne çitlerle çevirdikleri meraları ne de mülkleri vardı. Bu toplumun temel derdi bu meraları hayvanlarına paylaştırmak değildi, tam tersine sınırsız, parsellenmemiş bir arazinin, bir dağ yamacının ya da otlakların hep birlikte kullanılmasıdır. Nomos her şeyden önce belirgin hudutları olmayan, sınırsız ve şehrin dışında işgal edilmiş alanı belirtir işte bundan dolayı kendi içerisinde “göçebe” imgesini barındırır.”[17]
Buradaki göçebe figürü sözde “sofistike” bir hukuk ve haklar sistemine dayanan bir toplumun resmi yasaları tarafından çevrelenen alana, yani devlet aygıtına karşı çıkan bir yaşam tarzı olarak karşımıza çıkar. O zaman göçebe, sınırları olmayan açık bir alanda an-arkhik bir şekilde ve sürekli hareket halinde olan bir nosyonla özdeşleştirilmiştir. Bu anlamda, bir göçebe herhangi bir şekilde üstün, ahlaki, sabit ve ilahi kurallar, normlar ve kimlikler üzerinden sınırlandırılmayı reddeden bir süreçte ilerler. Deleuze’e göre, göçebeler bir nomos’u ya da bir “göçebe dağılımı”[18] ilkesine – bir arkhe’ye değil – dayanan bir hukukbilimi takip ettiğinden bahsedebiliriz; “bir çeşit hiyerarşiyi yıkan an-arkhi krallığı [...].”[19]
Buradan hareketle, “göçebe” bir hukukbilimi hukuk tarafından desteklenen dogmatik düşünce tarzının sınırlarını kırmayı amaçlayan etik bir eylemdir diyebiliriz. O halde bu tarz bir hukukbilimi anlayışı “devlete ve hukuka dışarıdan rahatsızlık vermenin bir yoludur.”[20] Bu bağlamda, herhangi bir devlet aygıtının dogmalarına ve hiyerarşilerine karşı sürekli bir ihtilaf ve muhalefet içindedir ve bu sebeple bunlardan gelecek herhangi bir saldırıya karşı yeterli derecede karşılık verebilecek düzeyde hazır olmalıdır. Bu durumda her türlü dogmatizmi yıkmaya hazır öldürücü bir içgüdüye sahip olmalı ve ödün verip pasifize olacak her türlü sözde ilerlemeyi ve uzlaşıyı reddederek mevcut şartların ve gidişatın “tekerine çomak sokmalıdır”.[21] Herhangi bir hiyerarşiye tabi olmayı reddettiğinden dolayı bu bir an-arkhik hukukbilimdir ve aynı zamanda herhangi bir yaşam tarzını diğerinden üstün görmeyi de reddeder. Anarşizmine rağmen, bir insan-oluş hukukbilimi, söz konusu belirli bir durumun sürekli dönüşen ve (temsiline karşıt bir biçimde) ifadesi olan kurumlar veya nomoi aracılığıyla işlev görmesi ve (yeniden örgütlenmesi) anlamında tutarlıdır.
Onun ethos’u an-arkhik ancak bir tür an-arkhi krallığıdır çünkü – Nietzscheci terimlerle ifade edecek olursak – “soylu” bir varlık biçimidir zira bu hukuki biçim aracılığıyla işleyen herkes hazırdır,
“[onların] başına gelene layık olmak, yani ondaki olayı istemek ve ortaya çıkarmak, kendi olaylarının çocuğu olmak ve böylece tekrar doğmak, kendine bir doğum daha yaratmak, bedensel doğumundan kopmak. Yapıtlarının değil olaylarının çocuğu olmak, çünkü yapıtın kendisini de olayın çocuğu üretir.”[22]
Orijinal metin "Gilles Deleuze: Jurisprudence" başlığıyla 14 Kasım 2019 tarihinde Critical Legal Thinking sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.
[1] En çarpıcı örnekler muhtemelen Deleuze’ün Spinoza hakkındaki iki kitabı; Expressionism in Philosophy: Spinoza. Çev. Martin Joughin (Zone Books, 1992); Spinoza: Practical Philosophy. Çev. Robert Hurley (City Lights Publishers 2001), Nietzsche üzerine olan kitabı; Nietzsche and Philosophy. Çev. Hugh Tomlinson (Columbia University Press, 2006); ve Essays Critical and Clinical, Çev. Daniel Smith ve Michael Greco, (Verso, 1998) kitabında bulunan ‘To Have Done with Judgment’ makalesidir.
[2] Gilles Deleuze ve Claire Parnet ‘What it means to be on the Left’, Gilles Deleuze A to Z (Semiotext(e) DVD, 2004 içerisinde).
[3] John Austin, The Province of Jurisprudence Determined (Cambridge University Press, 1995), 161-162.
[4] Jeremy Bentham, Introduction to the Principle of Morals and Legislation (Batoche Books, 2000), 233-234.
[5] Oxford English Dictionary https://www.lexico.com/en/definition/jurisprudence [Erişim Tarihi: 20 Ekim 2019].
[6] Adam Smith, ‘Lectures on the Province of Jurisprudence 1762,’ aktaran Scott Veitch, Emilios Christodoulidis ve Marco Goldoni, Jurisprudence: Themes and Concepts (3. baskı Routledge, 2018), 1.
[7]Larousse, Dictionnaire Français https://www.larousse.fr/dictionnaires/francais/jurisprudence/45213 [Erişim Tarihi: 24 Ekim 2019].
[8] R.H.S. Tur, ‘What is Jurisprudence?’ (1978) 28(111) The Philosophical Quarterly 149, 149.
[9]Aristotle, Nicomachean Ethics. Çev. Robert Crisp (Cambridge University Press, 2004) Kitap VI Bölüm 5, 111.
[10] Gilles Deleuze, ‘A Philosophical Concept…’, Eduardo Cadava, Peter Connor ve Jean-Luc Nancy (ed.) Who Comes After the Subject? (Routledge, 1993) içerisinde, 95.
[11] Gilles Deleuze, Raymond Bellour ve François Ewald ile söyleşi, ‘On Philosophy’, Negotiations Çev. Martin Joughin (Columbia University Press, 1995) içerisinde, 153.
[12] Gilles Deleuze ve Félix Guattari, What Is Philosophy? Çev. Graham Burchell ve Hugh Tomlinson (Verso 1994), 5.
[13] Saul Newman, “Anarchism and Law” (2012) 21(2) Griffith Law Review 307, 311.
[14] Gilles Deleuze ve Antonio Negri, ‘Control and Becoming’, Negotiations Çev. Martin Joughin (Columbia University Press, 1995) içerisinde,169.
[15] Gilles Deleuze ve Félix Guattari, Nomadology: The War Machine. Çev. Brian Massumi (Semiotext(e), 1986), 16.
[16] Gilles Deleuze, Difference and Repetition, Çev. Paul Patton (Columbia University Press, 1994), 309. Aynı zamanda bkz. Thanos Zartaloudis, The Birth of Nomos (Edinburgh University Press, 2018), 140-144.
[17] Ibid.
[18] Ibid., 36.
[19] Ibid., 41.
[20] Saul Newman, ‘Anarchism and Law’ (2012) 21(2) Griffith Law Review 307, 327.
[21] Öldürücü ve “yıkım” terimlerini Walter Benjamin ile aynı anlamda kullanıyorum. Walter Benjamin, ‘Critique of Violence.’ Çev. Edmund Jephcott in Peter Demetz (ed.) Reflections: Essays, Aphorisms, Autobiographical Writings (Schocken Books, 1986), esp. 297.
[22] Gilles Deleuze, Logic of Sense, Trans. Constantin V. Boundas, Mark Lester and Charles J. Stivale (Bloomsbury 2015), 149.