top of page

COVID-19 Salgını Esnasında Istisna Hâlini Normalleştirmek

Giorgio Agamben

Çev.: Yusuf Enes Karataş


“Il Manifesto”da yayımlanan metinde küresel Covid-19 pandemisinin “sözde bir salgın” olduğunu, “bir tür grip”ten başka bir şey olmadığını yazdınız. Özellikle İtalya’da, kurbanların sayısını ve virüsün yayılma hızını göz önünde bulundurduğumuzda bu hâlâ bu görüşlerinizin arkasında mısınız?


Ben ne viroloğum ve ne de doktor, bir ay önce yayımlanan söz konusu metinde sadece kelime kelimesine İtalya Ulusal Araştırma Merkezi’nin görüşünü aktardım. Ancak bilim insanları arasında salgınla ilgili süren tartışmalara girmeyeceğim; beni ilgilendiren, mevcut durumun ortaya çıkardığı son derece ciddi etik ve politik sonuçlardır.


“İstisnai önlemler için bir bahane olarak kullanılan terörizmin suyu çıktığı için bir salgının icadı, onları herhangi bir sınırlamanın ötesinde ölçeklendirmek için ideal bir bahane sunmuş gibidir” diye yazdınız. Bu salgının nasıl bir “icat” olduğunu iddia edebiliyorsunuz? Terörizm, bir salgın gibi, kabul edilemez sayılabilecek ancak gerçek olan güvenlik politikalarına yol açamaz mı?


Politik bir alanda icattan bahsederken, bunun tamamen öznel bir anlamda anlaşılmaması gerektiği unutulmamalıdır. Tarihçiler, deyim yerindeyse, objektif, tanımlanabilir bir özne tarafından yönlendirilmeden işliyormuş gibi görünen komplolar olduğunu bilirler. Michel Foucault’nun benden önce gösterdiği gibi, güvenlik yönetimleri mutlaka istisnai durumu üreterek değil, bu istisnai durum ortaya çıktığında onu sömürerek ve yöneterek işlerler. Çin gibi totaliter bir yönetim için salgının hakimiyeti altındaki bütün bir bölgeyi izole ve kontrol etme olasılığını test etmenin ideal yolu olduğu düşünen tek kişi kesinlikle ben değilim. Ayrıca Avrupa’da rol model olarak Çin’e başvurabiliyor oluşumuz, korkunun bizi rahatsız ettiği politik sorumsuzluğun derecesini gösteriyor. En azından, Çin yönetiminin münasip ilk zamanda aniden salgının sona erdiğini ilan etmesinin garip olup olmadığını kendimize sormalıyız.


Kapanma, bilim insanları için virüsün yayılmasını önlemenin ana yollarından biri gibi görünürken, sizin görüşünüze göre, olağanüstü hâl neden gayri meşru bir durum teşkil ediyor?


İçinde bulunduğumuz durumu karakterize eden Babil kıssasını andıran dil karmaşasında, her bir birey kategorisi, başkalarının neden böyle düşündüğünü ve bu şekilde eylediklerini hesaba katmadan kendi şahsi nedenlerini takip eder. Virolog için savaşılması gereken düşman virüstür; doktorlar için amaç iyileştirmektir; yönetim içinse mesele kontrolü sürdürmektir ve ben de bunun için ödenecek bedelin çok yüksek olmaması gerektiğini sürekli hatırımda tutarak kendi şahsi nedenlerimi takip edebilirim. Avrupa’da çok daha ciddi salgınlar oldu ancak İtalya ve Fransa’da pratikte yaşamamızı engelleyen bir olağanüstü hâl ilan etmek kimsenin aklına gelmemişti. Hastalığın şu ana dek İtalya’nın binde birinden daha azını etkilediği düşünülürse, insan salgın gerçekten kötüleşirse neler yapılır merak etmeden edemiyor. Korku kötü bir yol göstericidir ve ülkeyi, birbirlerini bulaş kaynağı olarak gören insanlardan oluşan bulaşıcı bir ülke getirmenin gerçekten doğru bir çözüm olduğunu düşünmüyorum. Yanlış mantık her zaman aynıdır: tıpkı terörizmle karşı karşıya geldiğimizde özgürlüğü savunmak için özgürlüğün bastırılması gerektiğinin savunulması gibi, salgınla karşı karşıya olduğumuz bu günlerde hayatın korunması için hayatın askıya alınması gerektiği söyleniyor.


Kalıcı bir istisna halinin kuruluşuna mı tanık oluyoruz?


Salgının açıkça gösterdiği şey, hükümetlerin uzun zamandır bizi alıştırdığı istisna hâlinin artık normal bir hâl almış olmasıdır. İnsanlar sürekli bir kriz hâlinde yaşamaya o kadar alışmışlar ki, hayatlarının tamamen biyolojik bir duruma indirgendiğini ve sadece politik boyutunu değil, herhangi bir insani boyutunu da kaybettiklerini fark etmemiş gibiler. Kalıcı bir olağanüstü hâl içinde yaşayan bir toplum özgür bir toplum olamaz. Sözde “güvenlik nedenleri” uğruna özgürlüğünü feda eden ve bu nedenle sürekli korku ve güvensizlik içinde yaşamaya mahkûm edilmiş bir toplumda yaşıyoruz.


Hangi bağlamda biyopolitik bir kriz yaşıyoruz?


Modern politika, baştan sona, nihai bahsin biyolojik yaşam olduğu, bir biyopolitikadır. Yeni gerçek şu ki, sağlık her ne pahasına olursa olsun yerine getirilmesi gereken hukuki bir yükümlülük haline geliyor.


Sizce sorun neden hastalığın şiddeti değil de neden olduğu herhangi bir etik ve politik çöküş veya düşüştür?


Korku, insanın görmüyormuş gibi yaptığı birçok şeyin ortaya çıkmasına sebep olur. Birincisi, toplumumuz artık çıplak yaşamdan başka bir şeye inanmıyor. İtalyanların bulaş riskine karşı pratikte her şeyi, normal yaşam koşullarını, sosyal ilişkileri, çalışmayı, hatta dostlukları, duygulanımları ve politik ve dini inançları feda etmeye istekli olduğu benim için açık. Çıplak yaşam insanları birleştiren değil, kör eden ve ayıran bir şeydir. Kişinin kendisi dışındaki insanlar, Alessandro Manzoni’nin Betrothed [Nişanlılar, Çeviren Necdet Adabağ, İletişim Yayınları, Nisan 2021] romanında tarif ettiği taunda olduğu gibi, en az bir metre uzakta tutulmaları ve çok yaklaşırlarsa hapsedilmesi gereken bulaş faillerinden başka bir şey değildir. Ölüler bile artık bir cenaze töreni hakkına sahip değiller, cesetlerinin başına ne geldiği belli bile değil ve bu gerçekten barbarca bir şey.


Artık bir yakın arkadaşımız, komşumuz yok ve Batı’da hüküm sürer gibi görünen iki dinin, Hıristiyanlık ve kapitalizmin, İsa’nın dini ile para dininin bunun karşısında sessiz kalması gerçekten korkunç. Bu koşullarda yaşamaya alışmış bir ülkede insan ilişkilerinin başına ne gelir? Artık hayatta kalmaktan başka bir şeye inanmayan bir toplum nasıl bir toplumdur?


Tüm bir toplumun, namı diğer belirsiz bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını, tüm etik ve politik değerlerini bütünüyle tasfiye ettiğini görmek üzücü bir manzara. Biliyorum ki bütün bunlar sona erdiğinde normal duruma dönmek için çok geç olacak.


Sizce bundan sonra dünyanın ahvâli ne olacak?


Beni sadece şimdiki zaman değil gelecek de endişelendiriyor. Savaşların barış dönemlerine bir dizi menfur teknolojiyi bırakması gibi olağanüstü sağlık durumunun sona ermesinden sonra yönetimlerin, henüz nihayete erdiremedikleri deneyleri sürdürmeye çalışacakları kuvvetle muhtemeldir: üniversitelerin ve okulların kapatılması ve çevrimiçi derslere geçiş; politik ve kültürel meselelerle ilgili toplantılara ve kişisel tartışmalara kesin olarak son vermek ve bu konuşmaları dijital mecralara taşımak; ve mümkün olan her yerde, insanlar arasındaki her temasın – her bulaşın – yerini alacak makinelerin takdimi.


İngilizceden çevirdiğimiz metin "Normalizing the state of exception under the Covid-19 epidemic" başlığıyla 28 Mart 2020 tarihinde Enough 14 sitesinde yayımlanmıştır, metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.


bottom of page