Anayasallık Krizleri
Rob Hunter
Çev.: Durmuş Kılınç
Anayasal kriz nedir? Günümüzden birkaç örnek vermek gerekirse, Brezilya’daki ağır çekim darbe, muhtemel bir Brexit’te ortaya çıkabilecek hukuki ve hukukbilimsel belirsizlikler ya da Polonya’dan Hindistan’a uzanan etnik ve dinsel şovenist rejimleri konsolide etme denemeleri gibi gözlemlenen bir dizi fenomen tek bir kavram başlığı altında birleştirilebilir mi? Yoksa böyle bir proje, kaçınılmaz olarak, sosyal gerçekliğin ideal bir yapının parametrelerine uydurulması yoluyla kuramsal bir araya sıkıştırmaya mı dönüşür?
İlerleyen kısımda anayasal kriz kavramının Marksist kavramsallaştırmasını takip edeceğim. Aslında, bu kavram yerine “anayasallık krizi” kavramını önereceğim. Anayasaların ve diğer kamu hukuku kurumlarının hâkim sınıf tarafından kullanılan künt tahakküm araçları olmadıkları, bunun yerine toplumsal güçlerin içinde ve arasındaki hegemonik ilişkilerinin yapılandırılması ve sürdürülmesi için kullanılan teknikler oldukları anlayışıyla devam edeceğim.[1] Ayrıca hukukilik ve anayasallık arasındaki ayrımı da benimsiyorum. “Anayasallık”la bir ilişkiler ve pratikler bütününü yani bir yönetimsellikler demetini, hükmetme araçlarını ve diğer “iltisak tekniklerini” kastediyorum.[2]
“Anayasal kriz” hem belirsizlikle hem de çok anlamlılıkla yüklü bir kavramdır. Kavramın çoğu zaman konuşmacının uygun bulmadığı sonuçları ifade etme kullanımına sıkıştırıldığı görülebilir. Bu durum özellikle hukuki fetişist tasalar için doğrudur.[3] Kriz kavramına başvurmak salt hukuka aykırılık suçlamasından farklıdır. Hukuka aykırılık anayasallığın kendi içerisindeki bir krize işaret etmez. Pek çok anayasada kamu görevlilerinin cezalandırılması ya da görevden uzaklaştırılmasına ilişkin hükümlerin varlığı belirli hukuk kurallarının ihlal edilmesinin bir yönetimi doğrudan anayasallık krizlerine sürüklemediğini göstermektedir. Tam aksine bu tür ihlaller anayasal tasarımların kendileri tarafından öngörülür: Anayasallık, bakanlıklar, kurumlar veya hukuk dalları arasındaki çatışmalarla geçersiz kılınmaz. Çoğu anayasal metin, genellikle anayasal denetim yetkisini kullanan mahkemeler aracılığıyla kurumsal sınırların korunmasını doğrudan sağlar. Anayasal denge, anayasacılığın çelişkileri olabileceği gibi anayasal işlev bozukluğu da olabilir; fakat öngörülmüş şekil ve usullerden tüm sapmaların kendiliğinden krizlere dönüşeceği varsayılamaz.
“Anayasal kriz” kavramını potansiyel anlamlarla öyle yüklü buluyorum ki, bu kavram ne analitik ne de değerlendirici anlamda yardımcı oluyor. “Anayasal kriz” daima bir yargı içerir; şeylerin olağan düzeninden (hangi öncül kritere göre “normal”) bir sapmayı ya da endişe duyulması gereken bir tür başarısızlık veya geri gidişi (niçin ve kim tarafından endişe duyulmalı) ifade eder. Ben “anayasallık krizi” ifadesini tercih ediyorum. Anayasallıkta bir krize ulaşılsaydı, bu anayasallığın yasal, politik ve sosyal kurucu biçimlerinin sürekli üretim ve eklemlenmesinin kesintiye uğraması anlamına gelirdi.
Anayasallık krizleri hukuki üretimin olmaması ya da hukuki üretim karşıtlığı değildir. Anayasallık ne hukukiliktir ne de hukuka aykırılık tarafından bozulur, çünkü hukuka aykırılığın kendisi düzenli olarak hukuksal düzeni inşa eder.[4] Dahası, anayasallık krizleri siyasi krizler değildir. Aksine, siyasal olanın anayasal olanı istila edişini gösterirler. Burada anayasacılığın temel çelişkilerinden biriyle karşılaşıyoruz. Anayasacılık, toplumsal ilişkilerin üstünü kaplayan bir örtü olarak idealize edilen, iktidar bloğunun bir araya gelmesine ve sürdürülmesine yönelik faklı bir yaklaşım içeren siyasal olanın özel bir imgelemini temsil eder. Fakat buna rağmen anayasalar siyaset dışı hale getirilir. Siyasi çatışmalar alanından bazı soruların çıkarılması uğraşında, anayasal tasarım işlemleri ve anayasal otorite iddiaları siyaseti içerme, sınırlandırma ve belli ölçütler ve verili ilişki dizeleri (iktidar, egemenlik, hiyerarşi) içerisinde sürdürme girişimleridir.
Anayasallık krizleri yasa ihlali ya da siyasi karşıtlığa indirgenemez. Kanunlar sosyal ilişkiler bütününü tehdit etmeden ya da değiştirmeden ihlal edilebilir. Karşıtlık sosyal olanı yıpratan değil onu inşa eden şeydir. Kriz kavramının kullanılması karşılıklı ön varsayımlar ağındaki karışıklığa işaret etmek ve istisnai toplumsal eylemler dışında, bu ağın deformasyon, dönüşüm ya da yapısal değişiminin yakın olduğunu öne sürmektir. Anayasallık krizleri, anayasacılığın yönetmesi beklenen çelişkilerin anayasallığın olağan yeniden üretimi ile yönetilemediği anlarda ortaya çıkar. Bu anlar hâkim blokların yeni sentezler üretmesi ve sergilemesi gereken, aksi halde kendi hegemonyasının tehlike altında olacağı anlardır.
Anayasallık krizleri anayasallığın yeniden üretiminin belli anlarında kendisini gösterir. İç savaşlar, darbeler, kurumların köklü deformasyonları ya da ikili iktidar yapılarının ortaya çıkması, hepsinin farklı büyüklük derecelerindeki krizlerin tezahürleri olduğu söylenebilir. Bunlar anayasal anlam ve formların inşası ve geliştirilmesi hususundaki mücadelelerden ayırt edilmelidir. Anayasal mücadeleler genellikle yeni anayasal yapıların tartışılması, kurulması ve yasalaşmasına eşlik ederken, anayasallık krizleri hegemonyanın bütünlük ve uyumunun tehdit altında olduğu anlarda ortaya çıkar. Örneğin Amerikan İç Savaşı anayasal krizler serisinin sonuncusuydu. Buna karşılık, savaş sonrası Yeniden Yapılanma Değişiklikleri’nin (Reconstruction Amendments) uygulanması ve resmi köleliğin yerini alacak yeni üretim ve tahakküm ilişkilerinin şekillendirilmesi daha doğru biçimde anayasallığın eklemlenmesi ve üretimi üzerindeki mücadeleler olarak tasvir edilir.
Anayasallık krizleri anayasal ihlallerden de ayırt edilmelidir. Anayasal ihlaller, hem geniş anlamda devlet biçimi içerisinde, örneğin fazla nüfusun yönetimi veya üretim ilişkilerinin yeniden üretimindeki gibi çeşitli hukuk dışı şiddet kullanımı gibi, hem de devleti oluşturan sosyal güç ilişkilerinin içinde meydana gelir. Bu iki tip anayasal ihlal de, krizlerin habercisi değildir. Anayasacılık iç mantığının kendisi kurumsal sınırlarda çatışmaların düzenliliğini öngördüğü ölçüde, anayasallığın yeniden üretiminde arızi olmaktan çok anayasal ihlallerin ona içkin olduğu söylenebilir.
Elbette belirli türlerdeki norm ihlalleri genellikle anayasal kriz iddialarını hızlandırır. Norm ne kadar gayri resmi ya da sosyal-geleneksel ise, ihlalinin krize sebep olacağı varsayımı o denli mazur görülebilir. Bu özellikle görünüşte politik değerden yoksun anayasalcı terimlerle Donald Trump’a yönelik liberal eleştirilerin yapıldığı ABD’deki güncel durumdur. Bu konuyla ilgili pek çok şey söylenebilir. Burada sadece ABD liberallerinin yaptığı Trump eleştirilerinin politik ya da siyasi eleştirilerden kaçınmaya yönelik belirgin bir yönelim gösterdiğini söylememe izin verin. Onlar (örneğin devletsiz kişilerin, yasadışı göçmenlerin ve göçmenlerin onuruna, güvenliğe, insanlığa dair normları değil) uzun zamandır devam eden parlamenter nezaket ve yerindelik normlarını alaya alan bir başkanın sözde tuhaflığı üzerine odaklanıyorlar.
Liberal politika gözlemcilerinin özellikle resmi olarak kanunlaştırılmamış öncül kurallardan sapmalar gibi bazı anayasal ihlaller tarafından sıkça sorgulanması muhtemeldir, çünkü bu tür ihlaller anayasal tasarım üzerindeki müzakerelerin prosedürel rasyonalite tarafından yönetilen kurumlar üretmeye meyilli olduğu ve bu kurumların siyasi karşıtlıkları uzlaşma ve ortaklığa doğru yöneltme ya da sınırlandırmaya hizmet ettiği fikrini tehdit eder. Böyle bir bakış açısına göre; anayasal ihlaller, sadece politikada değil, aynı zamanda uygun sosyal formların ve hiyerarşilerin yeniden üretilmesinde de uygun sonuçları teminat altına aldığı varsayılan rasyonalitede kırılmalar veya çöküşler olarak görülmelidir. Anayasa ihlallerinin ciddiyetine ilişkin bu tür bir değerlendirme, ancak anayasal kurumların öznelerarası karşılıklılık ve iletişimsel rasyonaliteye öncül bir mutabakat tarafından rehberlik edilen müzakere sürecinin sonuçları olarak görülmesi halinde desteklenebilir. Aynı değerlendirme örneğin anayasal ihlallerin sosyal güçlerin yargısal yoğunlaşması ya da devam eden sosyal çatışma modellerinin tartışmalı, şarta bağlı ve dinamik olarak üretilmiş sonuçları oldukları fikrinden zar zor çıkarılır.
Bu tür bir benzeşiklik kapitalizm içindeki krizlerin inşa edici rolü ve anayasallık uygulamaları içindeki krizler arasında da gözlemlenebilir. Gerçekten, kriz durumu anayasacılığın düzenli, sürekli ve kaçınılmaz bir boyutudur. Ana akım anayasal kriz söylemleri anayasal düzenlerin kendi şartları içinde kolayca takip ettikleri sosyal bir nihai amaca sahip olduklarını düşünmeye meyillidir. Fakat anayasacılık dengeleyici bir sosyal makine değil, bir kural teknolojisidir. Belirli tarihi ve sosyal şartlarda var olan rakip bloklar arasındaki ilişkilerin ‘’maddi yoğunlaşma’’ biçimidir.[5] Anayasacılık pratiğinin artzamanlı biçimde kalıcı bir sosyal form olmasını beklediğimiz gibi, krize içkin olduğunu keşfetmek de bizi şaşırtmamalı.
Orijinal metin “Crises of Constitutionality” başlığıyla 23 Şubat 2018 tarihinde Legal Form sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.
[1] Bu iddiayı bir önceki gönderide değerlendirdim. Bakınız: “Constitutionalism: Appearance, Form, and Content”, Legal Form, erişim: https://legalform.blog/2017/12/03/constitutionalism-appearance-form-and-content-rob-hunter/.
[2] Sonja Buckel, “The Juridical Condensation of the Relations of Forces: Nicos Poulantzas and Law”, Alexander Gallas, Lars Bretthauer, John Kannankulam, ve Ingo Stutzle (ed.) içinde, Reading Poulantzas (London: Merlin Press, 2011) 154, 161.
[3] Umut Özsu, “Against Legal Fetishism”, Legal Form; erişim: https://legalform.blog/2017/11/02/against-legal-fetishism-umut-ozsu-part-one/ (1. Kısım) ve https://legalform.blog/2017/11/03/against-legal-fetishism-part-two-umut-ozsu/ (2. Kısım).
[4] Nicos Poulantzas, State, Power, Socialism (London: Verso, 2014), 84–85.
[5] Poulantzas, State, Power, Socialism, 128–129.