top of page

Anayasacılık: Görünüş, Form ve Içerik

Rob Hunter

Çev.: İbrahim Yüksel


I


Bu yazı Marksist hukuksal sorgulamalar için uygun bir ilgi alanı olarak anayasal teoriye odaklanıyor. Burada liberal anayasal teoriye içkin bazı çelişkileri ana hatlarıyla çiziyor ve ayrıca Marksist ve Liberal anayasacılık analizleri arasında çizilebilen farklara değiniyorum.


II


Anayasacılık dünya çapındaki kapitalist politikaların baskın bir özelliğidir. Normatif anayasal teori ile anayasal uygulamaların ampirik sonuçları ile ilgili çalışmalar genişlemeye devam ediyor. Liberal teorisyenlerin anayasalcılık anlayışlarındaki çelişkileri hasır altı etmek yerine önemsedikleri dikkate alınması gereken bir durumdur ki bu, liberalizmin teorik teçhizatının çoğu bakımından söylenemeyecek bir şeydir. Anayasalcılık yaklaşımlarındaki çelişkiler konusundaki farkındalık, liberal politik teorinin üzerine yayılmıştır. Binaenaleyh, liberal anayasal teorisyenlerin bu duruma karşı en sık tercih ettikleri yol, bu çelişkileri minimize etmenin ya da onları doğrudan yutmanın yollarını bulmak olmuştur.


Günümüzdeki amacıyla, kurucu nitelikteki anayasal iddianın rejimin meşruiyetine dair bir normatif iddia olduğunu kabul edelim.[1] Bu tür bir meşruiyet tipik olarak devletin eylemlerinin belirli hukuki normlar tarafından kısıtlanmasıyla elde edilir. Bu normların kendileri ise kolayca veya hızlıca değiştirilmeye karşı dayanıklı hale getirilmiştir. İktidar organlarını bu şekilde kısıtlamanın (tarihi olmaktan ziyade teorik) başlangıcı çoğu zaman halk egemenliği veya milletin ifade edilen iradesiyle özdeşleştirilen kurucu iktidarın yani idari olarak bölgesel şekilde belirlenmiş spesifik bir topluluğun faaliyetine dayanır. (Gerçekten de anayasacılığın tarihi gelişimiyle, uluslararası ilişkilerde devlet sisteminin ortaya çıkması yakından ilişkilidir.)


Anayasal iddialar, ideal olmayan ile istenen arasında sıkça sallanır. Eğer bir liberal devlet ancak devlet aktörlerinin anayasal normlar tarafından sürekli olarak sınırlanmasıyla meşru oluyorsa, bu durumdan anayasal yönetim şeklinin sürekli bir kriz halinde olduğu anlaşılacaktır. Bu, çoğu liberalin itiraz edeceği bir politik düzlem tasviridir.[2] Eğer anayasal iddia sadece düzenleyici bir ülkü ise, bu durumda liberal devlet, hiçbir zaman meşru olmayan bir kurum olarak görünecek ve liberal devletin meşruiyeti temelden ve kaçınılamaz şekilde sorgulanacaktır. Anayasacılık yanlısı çok az insan hukuk devletine, politik zorunluluklara ve rejimin meşruiyetine dair yükselen liberal duyguları sarsmaya meyilli bu iddiayı kabul etmek isteyecektir. Böyle olsa bile, halihazırda var olan anayasal teorinin büyük kısmı ayrıca istisna hallerini ve olağanüstü halleri anlamaya, yani kamu hukuku ve uluslararası hukuktaki hukuk dışılığı bir sisteme oturtmaya çalışma odaklıdır.


Teorik temellere dair en sert ve basit açıklamalarda bile, anayasacılık çelişkilerle doludur.


III


Anayasacılığın radikal eleştirileri anayasacılığın formunu ve içeriğini eşzamanlı olarak idrak edebilmelidir. Anayasa bir belge olarak veya bir yönetim şeklinin ampirik bir tarifi olarak görünebilir. Buna rağmen, anayasacılık basitçe devlet formlarının spesifik bir sıralanışı değildir, anayasacılık ayrıca sınıf çatışmaları düzleminde devletin hedeflerinin bir ifadesidir. Anayasalar sınıfsal iktidarın ifadesidir, ayrıca sınıfsal iktidarın şeklini de gösterir.


Anayasacılığın bu yönü, liberallerin iki yönlü rıza ve tarafsızlık fikirleri ile gizlenir. Anayasallık temsili veya parlamenter demokrasilerin meşruiyeti için ayrılamaz bir parçadır. Bunun yanında, demokratik politikanın anayasal formların karmaşıklığını varsaydığı günümüz demokratik teorilerinin çoğunda kendiliğinden kabul edilen bir aksiyom olarak görülmektedir. Bu politikalar, halk egemenliğinin öne sunulması yoluyla meşrulaştırılması, politik ilişkilerin (seçmenlerin seçilmiş olanlar ve milletin kurgusal egemenliği aracılığıyla) temsil yoluyla yansıtılması, politik çatışmaların kurumsallaşma aracılığıyla yerelleştirilmesi, yasal normlar aracılığıyla özgüllüğe – ve sınırlı uygulanabilirliğe – kavuşturulan bireysel haklara kavramsal saygı gösterilmesini içerir.


Bu noktadan baktığınızda, anayasacılığın sadece bir hükümet oluşturma yolu olmadığını, sosyal ilişkilerin belli suretlerini yeniden üretmenin bir yolu olduğunu takdirle karşılamaya başlayabiliriz. Liberal anayasacılığın çoğu zaman kolektif sosyal hedefler ve kişisel özgürlükler konusundaki sorunlara dair tarafsız bir görünümü olsa bile, bu tarafsızlık bir illüzyondan ibarettir. Bu tarafsızlık, kapitalist devletin sınıfsal karakterini gizler. Bir anayasa sadece kurumsal yetkinlikleri ve sınırları belirlemez. Bir anayasa, spesifik bir (veya birden fazla) yönetim anlayışını, bunun yanında belirli toplumsal mantığın işleyişi için yeterli olan kural ve hakimiyet tekniklerini, politik düzenlemeleri ve son (ama bir o kadar önemli) olarak üretim ilişkilerini açıklar ve bir düzene oturtur.


Anayasal ideolojinin ikilemleri “toplumun eleştirel bir teorisi olarak ekonomi politiğin eleştirisi” aracılığıyla fark edilir.[3] Başka bir şekilde açıklarsak, kapitalist ilişkilerin toplamının içinde, sosyal aktivitemize aracı olan soyutlamalar tarafından üzerimizde bir tahakküm kuruluyor. Anayasallığın hukuki formları, parlamenter ve yönetimsel politik süreçler aracılığıyla, toplumun kendisini yönetmesine dair illüzyonlara neden oluyor. Bu formlar ayrıca biçimsel sınıfsız görünümünün arkasındaki sınıfsal güçlerin faaliyetlerine de bir gizlilik sağlıyor. Bu durumun farkına varmak, anayasacılığı sosyal iktidarın faaliyetlerinin üzerine geçirilen gizemli bir örtü olarak görerek yok saymanın cazip bir hale gelmesine neden olabilir. Buna rağmen, bu tahakkümü üzerimizde kuran soyutlamaları diyalektik biçimde kavramamız hayati öneme sahiptir. Devletin baskı aygıtları ve az çok izin verilmiş ırkçı ve cinsiyetçi sosyal şiddet araçları kadar kolayca görülüp ayırt edilebilir olmasa bile, bir devletin toplumsal ilişkilerde var olan kuralları yaşamsal bir önemde görerek uyguladığının farkına varmak da en az bu kadar önemlidir.


IV


Anayasalar, toplumsal iktidarın tezahürüdür. Anayasallık, içtihat ve anayasal teori aracılığıyla biçimsel analize uygun belirli bir kavramsallaşmaya sahip olsa bile, toplumsal ilişkiler aracılığıyla ifade edilir ve içeriği ortaya çıkarılır. Lukács değer biçiminin “varoluşsal olarak seni ezen bir araba kadar sıkı şekilde gerçekliğe bağlı olduğu” şeklindeki herkesçe bilinen veciz cevabını vermiştir.[4] Benzer şekilde, anayasallığın soyutlamalarının toplumsal ilişkiler tarafından oluşturulması ve değiştirilmesi gibi, farklı yollarla olsa bile, toplumsal ilişkileri anayasallık aracılığıyla oluşturmak ve geliştirmek mümkündür.


Anayasacılık pratiği, belli form ve ilişkilerin toplumsal fayda yoluyla açıklandığı, bu yolla yeniden üretildiği ve bu yolla bir konuma getirildiği bir süreçtir. Anayasacılık pratiği tarafından varsayılan hukuki normlar hiyerarşisi toplumsal eylemler tarafından içerik ve form ile doldurulmaktadır. Bu durumu belirtmek gereksiz görülebilir. Binaenaleyh, anayasacılığı bir bütünün bileşeni şeklinde ele alırsak, toplumsal olanın önünde anayasal nesneler gibi şeylerin olduğu nosyonu kabul edemeyiz. Tarihsel olarak “hukukun üstünlüğü” veya “vatandaş hakları” gibi hukuki-politik fenomenlerin spesifik toplumsal koşulların önünde olduğu inancını doğrudan reddederek daha iyi bir yöntem belirlemiş oluruz.


“Hukuk bir kaya ya da bina iskelesi gibi bir... şey değildir. Devlet iktidarı (ya da egemen iktidar) da bir cisim veya nesne değildir. Hukuki ideoloji ve devlet iktidarı hiçbir zaman “kendi içerisinde’’ değerlendirilemez, bu şekilde bir değerlendirme sadece yanlış bir gözlem sunabilir. Hukuki ideoloji ve devlet iktidarı sürekli bir şekilde oluşturulma, değişme, değiştirilme ve varlığının sona ermesi sürecinin içindedir. [Hukuki] pozitivistler, önemli sorgulamalar toplumsal ilişkilerin hareketi ile ilgiliyken, sadece bu ilişkilerin yapısına bakıyorlar. Bizim “hukuk” dediğimiz şey, kısaca söylemek gerekirse bir sistem değil bir süreçtir”.[5]


Anayasallık ayrıca günümüz devletinin “stratejik alan”ının bir boyutu haline gelmiştir.[6] Sadece politik mücadelelerin oluştuğu ortam olmaktan çıkıp politik mücadelelerin amacı haline de gelmiştir. Anayasacılığa dair Marksist bir eleştiri modern devletin “yürütme organının burjuvanın ortak meselelerini çözmek için var olan bir komiteden başka bir şey olmadığı”[7] iddiasını bir sonuç olarak değil, daha ileri eleştirel sorgulamalar için bir ilerleme noktası olarak ortaya sunmalıdır. Liberal anayasal devletler kuşku götürmez şekilde kapitalist toplum ilişkilerini sürdürme projesinin baskı ve isteklerine karşı hassas ve duyarlıdır (esasında, liberal devletlerin kuruluşunun tarihi, kapitalist toplumsal ilişkilerin kurulduğu ve genişlediği sosyal çatışmalardan ayrılamaz).  Buna rağmen, bu toplumsal ilişkiler çeşitli kurumsal ve hukuki şekillerde kendini gösterir. Bunlar, hem liberal politikalar ve radikal karşı politikalar için fark edilebilir sonuçlar oluşturur. Buna rağmen, anayasal formlar dizisi, basit bir şekilde, politik mücadelenin sahne aldığı farklı coğrafyalardaki özelliklerin bir yansımasından ibaret biçimde yorumlanmamalıdır. Anayasal formlar ne sadece bir yörünge üzerindeki küçük sapmalardan ne de potansiyel bir savaş alanından ibarettir. Bunun yerine, anayasal formlar toplumsal anlaşmazlıkların bir ortak ürünüdür, tıpkı oluşumlar ve iktidarın alternatif alanlara ayrılması gibi.


İktidar blokları, anayasal anlamın inşasına ve anayasal formların geliştirilmesine dair çatışmalara kayda değer bir enerji ve kaynak harcarlar. Politik mücadeleler, çoğu zaman anayasa hukukunun alanında oluşurlar. Çoğu anayasal demokraside, anayasal denetimi yapan mahkemelere atama yapmak, uğruna sert şekilde mücadele edilen bir ödüldür. Dünya çapındaki modern anayasal demokrasilerde görülen bir özellik olarak,  anayasa ve idare hukukunun gitgide artan tedahülü, anayasacılığın politik önemini sadece daha çok artırabilir. Son olarak, parlamenter demokrasilerdeki[8] devam eden ve giderek büyüyen krizler, politik eylemlerin hukuki formunun önemini sadece daha da arttırabilir. Politikanın hukuki hale gelmesi ve ”yargının iktidarı”[9], politikalar yaratmak ve kurallar oluşturmak için gitgide tercih edilen bir yol haline gelmiştir.


V


Anayasacılığa ilişkin Marksist sorgulamaların pek çok çelişkisi mevcuttur: Kurucu iktidar ve onun kökeniyle ilgili bilmece, halkın egemenliği bulmacası; anayasal meşruiyetin “önyükleme paradoksu”, “mazinin ölü eli” ve elbette hukuki anlamın oluşturulmasına ve yorumlanmasına dair sonu gelmez tartışmalarda alınan pozisyonların içinde bulunan çeşitli çelişkiler. Liberal düşünce bu bulmacaların tamamının farkındadır.


Liberal teorisyenler bu çelişkileri bir hastalık olarak görmeye meyillidir, bu durum hatırı sayılır derecede özel savunmaya ve kaçınılmaz olanı kabullenme çabalarına yol açabilir. Anayasal meşruiyetin rızaya dayanma paradoksunu ele alalım. Bugün ABD’de yaşayan hiçbir insan toplumsal iktidarın kurumsal formlara 200 yıl önce tasarı haline getirilmiş ve onaylanmış bir belge ile geçirilmesini kabul etme veya destekleme fırsatına sahip olmamıştı (Amerikan kurucu iktidarı tarafından ırk, cinsiyet, sınıf bakımından dışlanmış insanlar şöyle dursun). Bu tarihi eksiklikleri kabul eden liberal anayasal teorisyenler, rasyonel bireylerin yine de makul anayasal norm ve kurallara rıza göstereceğinde ısrar eder. Umarım, halihazırda var olan anayasalar yukarıda belirtilen makullüğe yaklaşabilir. (Frank Michelman, kayda değer bir içtenlikle, bahsedilen hayali anayasal yazarlığın “tamamen soyut, düşünenin bir şeyler düşünmeye önceden karar vermesinin gerektirdiği üst-mantıksal bir çıkarım” olduğunu kabul eder. Bu nosyonun varlığı “anayasa bir şekilde ahlaki açıdan meşrulaştırabilir olmalıdır” inancının mevcudiyeti için elzemdir. İki şekilde de “zorunda olduğumuz için”[10] anayasaya rıza üretiyoruz.) Bu düşünüş şekli, yukarıdaki bilmecenin politik meşruiyete dair liberal anlayışın istediği şekilde çözümlenmesinin mümkün ve aynı zamanda bir zorunluluk olduğunu varsayıyor.


Öte yandan, Marksist anayasa teorisyenlerinin böyle tereddütlere  ihtiyacı yok.


Orijinal metin "Constitutionalism: Appearance, Form, and Content" başlığıyla 3 Kasım 2017 tarihinde Legal Form sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.


[1] Elbette bu konuda çatışan tanımlar vardır, pozitivizm anayasanın ikincil, tanımaya yönelik kurallar veya Grundnormen olduğunu, doğal hukuk (ABD’de popüler)anayasanın ulusal hedeflerin ve ahlaki değerlerin bir ifadesi olduğunu savunur, ve bunun gibi tanımlar. Anayasal normlar ile meşruiyet arasındaki ilişkiyi, bu ilişkiye dair iddiaların günümüz anayasal teorisinde en süregelen ve geniş ilgiyi çeken tartışma olduğu için ön plana alıyorum.

[2] Söylemeye gerek yok ama burada, bir siyasal düzenin meşru olmasının bile ne anlama geleceği sorusunu yani meşruiyetin tahminen neyi gerektirdiği veya reddettiği sorusunu atlıyorum.

[3] Frederick Harry Pitts, Critiquing Capitalism Today: New Ways to Read Marx (New York: Palgrave Macmillan, 2018), 249. Pitts bu yapıyı, Neue Marx-Lektüre’ye, değer-biçim teorisine ve Marksist teorideki ilgili akımlara katkıda bulunanların örtüşen eleştirel projelerini açıklamak için kullanıyor.

[4] György Lukács, The Ontology of Social Being, vol. 1 (London: Merlin Press, 1978 [1971]), 40.

[5] Michael E. Tigar, Madeleine R. Levy, Law and the Rise of Capitalism (New York: Monthly Review Press, 2000 [1977]), 258–9, 279 (orjinal vurgular).

[6] Devlet “tek bir blok değil stratejik bir alandır”. Nicos Poulantzas, State, Power, Socialism (London: Verso, 2014 [1978]), 138.

[7] Karl Marx ve Friedrich Engels, “Manifesto of the Communist Party” [1848]; https://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/communist-manifesto/. aracılığıyla ulaşmak mümkün.

[8] Ayrıca, örn., Colin Crouch, Post-Democracy(Cambridge: Polity, 2004).

[9] Ran Hirschl, Towards Juristocracy: The Origins and Consequences of the New Constitutionalism (Cambridge: Harvard University Press, 2004).

[10] Frank I. Michelman, “Constitutional Authorship”, Larry Alexander (ed.), Constitutionalism: Philosophical Foundations (Cambridge: Cambridge University Press, 1998) içinde 64, 92.

bottom of page