'Yüz'süzlük ve 'Ölüm'süzlüğü Egemen Kılma Yönetimi
Giorgio Agamben
Çev.: Yusuf Enes Karataş
Görünüşe göre birbiriyle ilgisi olmayan iki şey biçimlenen dünya düzeninde, tamamen ortadan kaldırılmaya mahkûm görünüyor: Yüz ve ölüm. Bunların bir şekilde bağlantılı olup olmadıklarını ve ortadan kaldırılmalarının ne anlama geldiğini sorgulamaya çalışacağız.
Kişinin kendi yüzünün ve başkalarının yüzünün görülmesinin insan için belirleyici bir deneyim olduğu eskiler tarafından zaten biliniyordu: “‘Yüz’ denen şey – diye yazar Cicero – insan dışında hiçbir hayvanda var olamaz” ve Yunanlılar, kendi kendisinin efendisi olmayan köleyi, kelimenin tam anlamıyla aproposon, “yüzsüz” olarak tanımladılar. Elbette tüm canlılar kendilerini gösterirler ve birbirleriyle iletişim kurarlar ancak yalnızca insan yüzünü onun tanınmasının ve gerçeğinin yeri yapar. İnsan aynada kendi yüzünü tanıyan ve başkasının yüzünde kendini tanıyan ve kendine ayna tutan hayvandır. Yüz bu anlamda, hem similitas [benzerlik, benzeyiş] hem de simultas’ın [rekabet, düşmanlık], insanların bir arada oluşudur. Yüzü olmayan bir adam mutlaka yalnızdır.
Bu yüzden politikanın yeri yüzdür. Eğer insanlar her zaman ve sadece bilgiyi, her zaman bu veya bir şeyi iletmek zorunda olsalardı, politika asla doğru dürüst konuşulmayacak, sadece mesaj alışverişi olacaktı. Ancak insanlar önce açıklıklarını birbirlerine iletmeleri, kendilerini başkalarının karşısında tanımaları gerektiğinden, yüz, insanların söylediği ve alışverişe soktuğu her şeyi temel alan politikanın koşuludur.
Yüz bu anlamda insanların gerçek şehridir, mükemmel bir politika unsurudur. İnsanların birbirlerini tanımaları ve birbirlerine tutkuyla bakmaları, benzerlik ve çeşitliliği, uzaklık ve yakınlığı algılamaları, birbirlerinin yüzüne bakarak olur. Hayvan politikası yoksa, bunun nedeni her zaman açıkta olan hayvanların teşhirlerini bir sorun haline getirmemeleridir. Bunu umursamadan sadece kendi içlerinde yaşarlar. Bu yüzden aynalarla, bir imaj olarak imajla ilgilenmezler. İnsan ise kendini tanımak ve tanınmak ister, kendi imajını kendine mal etmek ister, kendi hakikatini onda arar. Bu şekilde hayvan çevresini bir dünyaya, ardı arkası kesilmeyen bir politik diyalektik alana dönüştürür.
Kendi yüzünde vazgeçmeye, kendi vatandaşlarının yüzünü maskelerle kapatmaya karar veren bir ülke, o halde her politik boyutu kendisinden silmiş bir ülkedir. Her an sınırsız bir denetime tabi olan bu boş alanda bireyler artık birbirinden izole hareket etmekte, topluluklarının acil ve hassas temelini yitirmekte ve ancak yüzsüz bir isme yönelik mesaj alışverişinde bulunabilmektedirler. Ve insan politik bir hayvan olduğu için, politikanın ortadan kalkması aynı zamanda yaşamın da ortadan kaldırılması anlamına gelir: Artık annesinin yüzünü görmeyen bir çocuk, insan duygularını kavrayamama riskiyle karşı karşıyadır.
İnsanlar için yüzle olan ilişkiden daha az önemli olmayan başka bir ilişki de ölülerle olan ilişkidir. Kendisini, kendi yüzüyle tanıyan insan, aynı zamanda ölü kültünü kutlayan tek hayvandır. Öyleyse, ölülerin bir yüzü olması ve yüzün silinmesinin ölümün ortadan kaldırılmasıyla el ele gitmesi şaşırtıcı değildir. Roma’da ölü kişi, her ailenin evlerinin avlusunda sakladığı balmumu ile kalıplanmış ve boyanmış yüzün imajı olan imago’su [mumlu ölü maskesi] aracılığıyla yaşayanların dünyasına katılır. Özgür insan, hem şehrin politik yaşamına katılımı hem de ius imaginum’u – atalarının yüzünü korumak ve onu topluluk festivallerinde alenen sergilemek için devredilemez bir hak – ile tanımlanır. “Defin ve cenaze törenlerinden sonra – diye yazar Polybius – ölünün imago’su, evin en görünür noktasına tahta bir sandık içine yerleştirildi ve bu görüntü, hem şekil hem de renk olarak tam bir benzerlik içerisinde meydana getirilmiş bir balmumu yüzdür. Bu imajlar sadece özel bir hatıranın konusu olmayıp, kent yaşamının ayrılmaz bir parçası olan yaşayan ile ölü, geçmiş ve bugün arasındaki ittifak ve dayanışmanın somut bir göstergesiydi. Bu nedenle kamusal yaşamda o kadar önemli bir rol oynadılar ki, ölülerin imajlarını alma hakkının, yaşayanların hakkının kurulduğu laboratuvar olduğunu söylemek mümkün oldu. Bu o kadar ki, ciddi bir kamu suçu işleyenler görünür olma hakkını kaybetti. Ve efsaneye göre, Romulus Roma’yı bulduğunda, kendisinin ve arkadaşlarının geldikleri yerden bir avuç toprak fırlattığı bir çukur – mundus, “dünya” – kazdı. Bu çukur yılda üç kez açıldı ve o günlerde mani’lerin [ruhlar], ölülerin şehre girdiği ve yaşayanların varlığında yer aldığı söylendi. Dünya, yaşayanlarla ölülerin, geçmişle şimdinin iletişim kurduğu eşikten başka bir şey değildir.
O halde yüzü olmayan bir dünyanın neden sadece ölümlerin olmadığı bir dünya olabileceğini anlıyoruz. Yaşayanlar yüzlerini kaybederlerse, ölüler yalnızca sayılar haline gelir ve saf biyolojik yaşamlarına indirgenmiş oldukları için tek başlarına ve cenaze törenleri olmadan ölmeleri gerekir. Ve yüz, herhangi bir konuşmadan önce hemcinslerimizle iletişim kurduğumuz yerse, o zaman yüzle ilişkisinden yoksun yaşayan canlılar, dijital aygıtlarla ne kadar iletişim kurmaya çalışsalar da onarılamaz bir biçimde yalnızdırlar.
Yönetimlerin dayatmaya çalıştığı dünya projesi, bu nedenle radikal bir şekilde apolitiktir. İnsan varlığından her gerçek politik unsuru kaldırmayı, onun yerine yalnızca algoritmik kontrole dayalı bir yönetimsellik koymayı önerir. Yüzün silinmesi, ölülerin ortadan kaldırılması ve sosyal mesafe, bu yönetimselliğin temel araçlarıdır ve güç sahiplerinin üzerinde anlaşmaya varılan beyanlarına göre, sağlık korkusu sona erdiğinde bile bunların sürdürülmesi gerekir. Ancak yüzsüz bir toplum, geçmişi olmayan ve fiziksel teması olmayan bir toplum, hayaletler toplumudur ve bu nedenle az çok hızlı bir yıkıma mahkumdur.
Orijinal metin “Giorgio Agamben: On the government of the faceless and the deathless” başlığıyla 19 Mayıs 2021 tarihinde Critical Legal Thinking sitesinde yayımlanmıştır, orijinal metne bağlantı üzerinden erişmeniz mümkündür.